Mağara alegorisi, Yunan filozof Platon’un devlet adlı eserinin yedinci kitabında Sokrates’in ağzından ortaya atılan antik çağ felsefesinin en önemli alegorilerinden biridir. Bir mağaranın içinde, dışarıdan gelen ışığa arkalarına dönük olarak ömürlerini geçirmiş olan insanların tek gördükleri önlerine vuran hayvan, insan ve nesne gölgeleridir. Gerçek formunu hiç görmemiş bu insanlar için tek gerçeklik bu gölgelerdir. Hapsolan kişilerden biri bir gün aniden serbest kalır. Mağaranın dışındaki dünya ile karşılaşır. Tamamen ışık ile yani gerçek ile tanışan bu kişinin gözleri neredeyse körlük yaşar. Zamanla şimdiye kadar gerçek sandığı gölgelerin aslında gerçek olmadığını ve gerçeklerin birer karanlık yansıması olduğunu anlamaya başlar. Hayatın gerçeğini anlayan bu kişi mağaraya dönüp diğer insanlara gölgelerin sahte olduğunu ve asıl gerçeğin dışarıda olduğunu anlatmaya çalışır. Ancak dışarıyı hiç görmeyen bu insanlar anlatılanı idrak edemezler ve kızgınlıkla karşı çıkarlar.
Postmodern insan mağaradan dışarıya çıkabilmiş insan diyebiliriz çünkü postmodern dönem insanı özgür, bireysel, sınırlandırmalar olmadan, kendi doğrularıyla kendi hayatını sadece kendi belirleyebilmek isteyen dolayısıyla sorgulayan ve şüpheci yaklaşan insandır. Postmodernizm yaşam standartlarını belirleyen genel kuralları yıktığından dolayı kültürden, doğal olarak öğrendiğimiz kuralları sorgular. Bu yüzden de ideolojiler toplumsal bağlamda bir kurmaca konumunda değerlendirilir. “Postmodernizme göre, insanlar bu kavramları kendileri inşa etmiştir.” (AŞKAROĞLU, 2015, s. 10) İnsanların inşa ettiği bu düşüncelere sorgulamadan bağlı olan insanların özgürlüğü sınırlandırılmış bir özgürlük değil midir? Gözlerimiz belli bir açıyla belli bir uzaklığı görebiliyor, kulaklarımız belli bir frekans aralığını duyabiliyor. Bunun dışında toplum olarak yaşamanın da getirdiği sınırlar var; gelenekler, kurallar, yasalar, alışılmış ideolojiler…
Mağaradaki esirler bizler miyiz?
Bu benzetmede mağara, toplumu temsil eder. Zincir, bireyi sınırlandıran toplum kurallarıdır. Gölgeler, toplum tarafından benimsenmiş, sorgulanmamış doğrulardır. Zincirlenmiş esirler ise, toplumun parçası olan, farkındalığı gelişmemiş bireyi temsil eder. Bu esirler, mağara duvarında gördükleri gölgelerle yetinir, gerçeği hiç sorgulamaz, merak etmez. Mutlak gerçeği gördüğü gölgelerden ibaret sanır ve buna körü körüne inanır.
Platon’a göre filozof, zincirlerini kırıp gerçekleri görebilen ve mağaraya geri dönüp zincirlenmiş insanlara gördüklerini anlatan, onları inandırmaya çalışan insandır.
Fakat karanlığa alışan gözler, ışığa kolay kolay bakamaz. Acı duyar ve tekrar karanlığa dönmek ister. Gerçek ışığa alışması zaman alır, cesaret ve kararlılık ister.
Sürü psikolojisiyle hareket eden, gerçeği görmek yerine kendisine gösterilenlerle yetinen bireyler “Mağara Benzetmesi”nin yüzyıllardır devam eden parçasıdır.
Mağara aleegorsi dikkatinizi mi çekti? İşte sizin için mağara alegorisini deneyimlemenize izin verecek 5 film önerisi
- The Truman Show
- Dark City
- Inception
- Matrix
- The Village
“Rüyalar biz içindeyken gerçeklermiş gibi hissederiz. Ancak ve ancak uyanırsak aslında bir şeylerin garip olduğunu anlayabiliriz.”
Özgün İçerik
0 Yorum
Yorum Yap