Simit Sarayı Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Okutur’un başarı basamaklarını tırmanışı ODTÜ İşletme Mühendisliği eğitimini bitirip hemen sonrasında ”Ne tür bir iş yapmalıyım?” , ”Nasıl daha çok kazanç elde ederim?” gibi bir çoğumuzun da sıkça düşündüğü soruları kendine sormasıyla başlar. Bu düşüncelerle çevresini gözlemlerken mahalle bakkallarının günden güne kapanmaya başladığını bununsa AVM ve marketlerin artışıyla ters orantılı olarak gerçekleştiğini gözlemler. Bunun üzerine Okutur o yıllarda da rövanşta olan Ferhan Şensoy’un ”Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı” oyunundan yola çıkarak mahalle bakkallarına yol gösterme amaçlı 50-60 sayfalık bi kitapçık yazmayı düşünür. Böylece kendi için gerekli sermayeyi de kazanmış olacaktır. Düşüncesini hayata geçirmekte kararlı olan Okutur, başlar kitapçığı yazmaya fakat her zaman evdeki hesap çarşıya uymaz. 50-60 sayfalık kitapçık diye yola çıkmıştır ama elinde 6000 sayfalık bi dosya oluşmuş olur. Üstelik tam sekiz yılını bu işle uğraşarak geçirmiştir. Bu süre zarfında zaten hedefi olan kitlenin bir çoğu dükkanını çoktan kapatmıştır kalanı için de 6000 sayfa oldukça fazladır. Okutur mecburen bu işten vazgeçer. Yeniden düşünmeye başlar.
Okutur kitapçık yazarken yaptığı araştırmalarda çok şey öğrenmiştir. Satış teknikleri, müşteri hizmetleri, personel yönetimi gibi konulara artık oldukça hakim olan Okutur, perakende sektöründe sistematik bir yola adım atma kararı alır. Satış yapar yapmaz peşin para kazanacağı gıdaları düşünür. İlk olarak akla gelen tabiki de ekmektir. Ancak ekmek sektöründe rakibinin fazla olduğunun bilincindedir. İkinci olarak aklına ‘’simit’’ gelir. Simidin Osmanlı’dan beri külltürümüzde oluşu onu daha da heyecanlandırır ve 7/24 tüketilebilen bir gıda da oluşuyla simitte karar kılar. Simide itibar kazandırılması gerektiğini düşünür ve artık yeni hedefi budur. Bu dönem 2000 yılında Erzincan’da geçer.
Okutur simidin günün her saatinde tüketilen ve tüketici miktarı fazla olan bi gıda olmasından dolayı insanların yoğun olduğu bi yerde bu işe girmesinin daha uygun olduğunun farkındadır. Bu koşulları en iyi sağlayan yer tabiki de İstanbul’dur. 2002 yılında o zamanlarda pek de tanımadığı İstanbul’a elindeki az bir sermayeyle ‘’simitçi’’ olmak için gider. İstanbul’da dükkan kiralamak Erzincan’da ki kadar kolay değildir. Aradığı özellikteki dükkanlar bütçesini aşıyor, bütçesine uygun olanlar da aradığı özelliklere uymuyordur. Bütçesi kafasında oluştrduğu projeye yetmeyince eşe dosta projesinden bahsetmeye başlar fakat aradığı desteği bulamadığı gibi bir de ‘’bunun için mi okudun?’’ şeklinde umutsuzluk içeren eleştirilere maruz kalır.
3 ay boyunca kendi başına çabalar durur. Bu arada Boğaziçi Üniversitesi’nin karşısında kırtasiye ortaklığı olan eski ahbabı Abdurrahman’ın yan dükkanı boş bir şekilde durmaktadır. Kendisine rakip başka bir kırtasiye açılmasını istememektedir. Okutur, dükkanın kendi projesine uygun olduğunu düşünerek arkadaşı Abdurrahman’la konuşur bu işi. Abdurrahman Bey’in kırtasiye ortağı Mehmet Bey de ikna edilerek dükkan tutulur. Haluk Bey’in kısıtlı bütçesiyle dükkan hazırlanır. Okutur, yakılmak üzere bekleyen marangoz atölyesinden küçük tabure ve sandalyeleri satın alır. İmkansızlıklar içinde doğan bu mekan artık “simit sarayının konsepti”ne göre şekillenmeye başlamıştır. Sıra gelir fırına. Simidin taş tabanlı ve odun ile yanan fırında pişmesi gerekir. Ancak kısıtlı bütçe ile lahmacun fırını yaptırabilir. Bu kez de fırını yapacak usta bulamaz. O dönemdeki bilinçli tüketim alışkanlıkları, simide yönelik itibarın azalması usta sayısını ve yatırımı da azaltmıştır. Bu nedenle lahmacun fırını yapan bir usta bulunur. Simit fırını daha geniş olması gerekirken, lahmacun fırını küçük hacimli olduğundan 30-40 adet simit yarım saatte ancak pişer ve kuyruğa neden olur. Ancak bu kuyruk “Türkiye’nin en güzel simit yapan yeri” şeklinde algılanmasını sağlar.
Bu sırada masa, sandalye, fırın, çay ocağı takımı tamamlanır. Ancak Okutur, simidin nasıl yapıldığı, nasıl halka haline getirildiği, nasıl susamlandığı konusunda fikir sahibi değildir. Bu nedenle simit yapacak ustaya ihtiyaç vardır. Simit satışları azaldığından simit yapan ustayı bulmak veya piyasadaki ustaları almak oldukça zordur. Bir gün haber gelir ve Eminönü’nde işsiz kahvelerinin birinde aylardır iş arayan bir simit ustası bulur. Simit Sarayı’nda hatırı çok olan Kenan Usta ile tanışır. Onu ikna edebilmek adına ücret ve kar anlaşması yapılır. Ama işler iyi gittikçe her gün zam isteyen, Kenan Usta ile yollar ayırılır. İlk bir ayda 10 bin dolarla başlanılan işten 15 bin dolar kar edilir. Okutur bunu ortaklarına söyler ve yeni mağazalar açmaları gerektiğinden bahseder ve merkezi üretim yapan yeni bir tesise aranır.
Yeni tesise geçiş öyle kolay olmaz. Mecidiyeköy’de ki gazetelerle kaplı bu dükkanı bulduğunda sahibinin bilgilerini alır, görüşür. Fakat dükkan sahibi “Ben o dükkândan zarar ettim” der 100.000 dolar hava parası ister. Bu cevaba karşı Okutur dükkanı devralmaya karar verir. Ancak bir problem vardır, cebinde un ve susam alacak kadar, iki bin dolara yakın parasının olmasıdır. Elindeki parayı verir, kalan parayı bir hafta sonra vermek üzere anlaşır. İyi bir proje olduğunu ortaklarından Abdurrahman Bey’in de kabul edeceğini düşünür. Ancak durum farklı olur ve Abdurrahman Bey kabul etmez. Daha sonra Mehmet Bey’e projesinden bahseder. Okutur’u bir ay boyunca mağazada yoğun bir şekilde çalışarak gören Mehmet Bey “Bundan sonra ne iş yaparsanız, ben de sizinle beraber yaparım” der. Bu cevabın karşısında Okutur, doksan sekiz bin dolar hava parasından bahseder. Mehmet Bey’in de o kadar parası yoktur. Bir tek 18 yıl çalışıp biriktirerek aldığı Mercedes marka bir arabası vardır. Okutur bu arabayı teklif eder, Mehmet Bey arabanın anahtarını Okutur’a verir. Buna karşılık Okutur arabayı satıp, işinde kullanacaktır ve ilk hedefi Mehmet Bey’e istediği marka, bedeli ne olursa olsun bir araba satın almak olacaktır. Gazeteye ilan verilir, ertesi gün araba satılır. Mecidiyeköy hikâyesi de bu şekilde başlamış olur.
Okutur 4 çalışan ile başladığı işine şu anda üç bin beş yüz çalışan ile devam etmektedir. Hedefi yüz bin çalışanı olan Simit Sarayı ailesi olmaktır. Bunun nedeni ise, insanların önce kendileri için, sonra ailesi için, daha sonra ise ülkesi için çalışması gerektiğini düşünmesidir. Okutur, insanların hayatlarını devam ettirmesinin ülkelerin itibarı ile sağlanabileceğini, bu itibarın ise ülkelerin markaları ile artabileceğini düşünmektedir. Diğer bir hedefi ise, dünyada en fazla restoran sayısı ile Mc Donalds’ın sahip olduğu 34.000 mağaza sayısına karşılık 34.000+1 Simit Sarayı ile dünya markası olmaktır.
Diğer ülkelerden bir eksiğimizin olmadığını, gözümüzde büyüttüğümüz ülke, marka ve şirketlerden daha fazla çalışma isteğimiz, heyecanımız, genlerimizde girişimci ruhumuz olduğunu belirten Okutur, tek eksiğimizin cesaret ve özgüven olduğunu vurgulamaktadır. Ülke hedeflerini gerçekleştirmemiz için markalar yaratmamız gerektiğini ve bunu her alanda yapmamız gerektiğini vurgulayan Okutur, bir işte sonuç alabilmenin kriterlerini işe inanmak, doğru şekilde planlamak, gayret göstermek, gerekirse yirmi dört saat çalışmak, işe odaklı olmak, vazgeçmemek ve işte başarının keyfini çıkarmak şeklinde tecrübelerine dayanarak sıralamaktadır.