Dilencilik, bireylerin yoksulluk, kentleşme vb. sorunlardan dolayı zorunlu veya iradeli bir şekilde yapılan bir olgudur. Bu durum öyle bir hal almıştır ki bireyler zamanla meslek edinmiş, belirli dönemler meslekleşmesi doğal karşılanmış; belirli dönemler ise yasaklanıp cezai işlemlere tabi tutulmuştur.
Dilenci ve dilencilik toplumsal hayatımızın tartışılmaz gerçeklerindendir. Hemen hemen her toplumda bu sınıfa giren, geçimini veya yaşamını bu şekilde sürdüren insanlar vardır. Burada ayırt edilmesi gereken mühim noktalardan birisi dilenen kişinin gerçekten muhtaç olup olmadığı mevzusudur. O zaman gerçek dilencinin kim olduğunu tespit etmemiz gerekmektedir. Gerçek dilenci şu şekilde tanımlanmıştır:
“Toplumda genel kabul gören ölçütler dâhilinde yaşamını sürdürebilmek için sahip olması gereken ekonomik imkânlara, kendisinden veya toplumsal şartlardan kaynaklanan olumsuzluklar nedeniyle sahip olamadığı için veya aslında yoksul olmadığı halde kendisini yoksul göstererek ihtiyaç hissettiklerini elde edebilmek için, imkân sahibi olanlardan söz, yazı veya davranışlarla para veya eşya isteyen kimsedir. Dilenci, isteğinin gerçekleşmesi için, istekte bulunduğu kişinin vicdanına, duygularına hitap eden sözler kullanır veya tavırlar sergiler.”
Günümüz Türkiye’sinde ise dilencilerin çoğunluğu bu işi muhtaç olmaktan çok, bir meslek olarak görmektedirler. Hatta görsel ve yazılı medyada gördüğümüz kadarıyla her dilencinin kendine ait bir dilenme noktası veya mekânı bile bulunmaktadır. Hatta öyle haberler çıkmaktadır ki dilenciliği meslek edinen insanların bu meslekten ciddi bir şekilde gelir elde ettikleri görülmektedir. Daha 2 hafta öncesinde Bursa’da bulunan bir dilencinin üzerinden 71.000 Türk Lirası para çıkmıştır. Tabii böyle meslek edinenlerin yanında bir de “mevsimlik dilencilik” yapan bireyler bulunmaktadır. Özellikle ülkemizde belirli köylerde bu “mevsimlik dilencilik” yapan vatandaşlar belirli bir alt kültürlerini oluşturmuşlardır.
Edebi olarak da dilencilik çeşitli romanlarda işlenmiştir; ama dilenciliğin en önemli işlendiği roman Reşat Nuri Gültekin’in “Miskinler Tekkesi” adlı romanıdır. Bu roman üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Reşat Nuri Güntekin, “Miskinler Tekkesi” romanında toplumsal bir gerçeklik olan dilencilik izleğini farklı bir bakış açısıyla ele almıştır. Kahraman anlatıcıyla ve hatıra tarzında kaleme alınan eser okuyucuya bir dilencinin yaşamı algılayışını, nasıl dilendiğini, ne şartlar sonucunda dilenmek zorunda kaldığını aktarmaya çalışır. Yazar, zavallı ve çaresiz bir konumdayken isteği dışında kendisine verilen ilk sadakadan sonra dilenme işini bir alışkanlık haline getirerek dilenciliği kendisine meslek edinir. Zamanla kahramanımız dilencilik sanatını öğrenmeye başlayacak, sükûtun, sessizliğin dilencilikte en büyük silah olduğunu, boynunda redingotuyla emekli ve zavallı duruma düşmesine rağmen sükûnetini koruyan bir ihtiyarın müthiş cazibesini fark edecektir. Bu bir nevi “soyaçekim”dir. Padişah dilencisi bir dedenin torunu olan roman kahramanı istemeden de olsa, şartların zorlamasıyla da olsa dilencilik yapmaya başlamıştır ve bu işi genlerinden gelen bir güçle profesyonel bir şekilde yapmaktadır.
İşte dilencilik böylesine geçmişi olan bir meslek konumundadır; fakat ülkelerde bulunan yoksulluk, geçim kaynaklarının yetersizliği gibi sorunların minimize edilmesi bu sorunun da ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…
Özel İçerik: Umut Solmaz
Dilenci ve dilencilik toplumsal hayatımızın tartışılmaz gerçeklerindendir. Hemen hemen her toplumda bu sınıfa giren, geçimini veya yaşamını bu şekilde sürdüren insanlar vardır. Burada ayırt edilmesi gereken mühim noktalardan birisi dilenen kişinin gerçekten muhtaç olup olmadığı mevzusudur. O zaman gerçek dilencinin kim olduğunu tespit etmemiz gerekmektedir. Gerçek dilenci şu şekilde tanımlanmıştır:
“Toplumda genel kabul gören ölçütler dâhilinde yaşamını sürdürebilmek için sahip olması gereken ekonomik imkânlara, kendisinden veya toplumsal şartlardan kaynaklanan olumsuzluklar nedeniyle sahip olamadığı için veya aslında yoksul olmadığı halde kendisini yoksul göstererek ihtiyaç hissettiklerini elde edebilmek için, imkân sahibi olanlardan söz, yazı veya davranışlarla para veya eşya isteyen kimsedir. Dilenci, isteğinin gerçekleşmesi için, istekte bulunduğu kişinin vicdanına, duygularına hitap eden sözler kullanır veya tavırlar sergiler.”
Günümüz Türkiye’sinde ise dilencilerin çoğunluğu bu işi muhtaç olmaktan çok, bir meslek olarak görmektedirler. Hatta görsel ve yazılı medyada gördüğümüz kadarıyla her dilencinin kendine ait bir dilenme noktası veya mekânı bile bulunmaktadır. Hatta öyle haberler çıkmaktadır ki dilenciliği meslek edinen insanların bu meslekten ciddi bir şekilde gelir elde ettikleri görülmektedir. Daha 2 hafta öncesinde Bursa’da bulunan bir dilencinin üzerinden 71.000 Türk Lirası para çıkmıştır. Tabii böyle meslek edinenlerin yanında bir de “mevsimlik dilencilik” yapan bireyler bulunmaktadır. Özellikle ülkemizde belirli köylerde bu “mevsimlik dilencilik” yapan vatandaşlar belirli bir alt kültürlerini oluşturmuşlardır.
Edebi olarak da dilencilik çeşitli romanlarda işlenmiştir; ama dilenciliğin en önemli işlendiği roman Reşat Nuri Gültekin’in “Miskinler Tekkesi” adlı romanıdır. Bu roman üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Reşat Nuri Güntekin, “Miskinler Tekkesi” romanında toplumsal bir gerçeklik olan dilencilik izleğini farklı bir bakış açısıyla ele almıştır. Kahraman anlatıcıyla ve hatıra tarzında kaleme alınan eser okuyucuya bir dilencinin yaşamı algılayışını, nasıl dilendiğini, ne şartlar sonucunda dilenmek zorunda kaldığını aktarmaya çalışır. Yazar, zavallı ve çaresiz bir konumdayken isteği dışında kendisine verilen ilk sadakadan sonra dilenme işini bir alışkanlık haline getirerek dilenciliği kendisine meslek edinir. Zamanla kahramanımız dilencilik sanatını öğrenmeye başlayacak, sükûtun, sessizliğin dilencilikte en büyük silah olduğunu, boynunda redingotuyla emekli ve zavallı duruma düşmesine rağmen sükûnetini koruyan bir ihtiyarın müthiş cazibesini fark edecektir. Bu bir nevi “soyaçekim”dir. Padişah dilencisi bir dedenin torunu olan roman kahramanı istemeden de olsa, şartların zorlamasıyla da olsa dilencilik yapmaya başlamıştır ve bu işi genlerinden gelen bir güçle profesyonel bir şekilde yapmaktadır.
İşte dilencilik böylesine geçmişi olan bir meslek konumundadır; fakat ülkelerde bulunan yoksulluk, geçim kaynaklarının yetersizliği gibi sorunların minimize edilmesi bu sorunun da ortadan kaldırılmasını sağlayacaktır. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…
Özel İçerik: Umut Solmaz
0 Yorum
Yorum Yap