Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir.
Örnek vermek gerekirse, laboratuar ortamında üretilen farelerin tamamen aynı genetik koda sahip olmaları sağlanabilir ancak bu denendiğinde bazı ilginç sonuçlarla karşılaşılmış. Normalde sıfır varyasyon olması beklenirken farelerden bazısı daha kilolu, bazısı daha hareketli, bazısı da daha akıllı olmuş. Buna da biyologlar “soyutvaryasyon” ismini koymuşlar. Neyden kaynaklandığı ise bilinmemekte.
Başka bir örnek de karasinek ve larvası. Bu larvalar ilerde karasineklere dönüşüyorlar. Bilim insanlarının incelemelerine göre bu larvalar ile karasineklerin genetik kodu tamamen aynı. Peki bu larvaya sineğe dönüşmesini ve kanat çıkarmasını söyleyen gen/genler nerden geliyor ? İşte bu bilinmiyor!
Genetiğin ötesi anlamına gelen Epigenetik bilim dalı burada devreye giriyor.
Sizce insanlar atalarından kendilerine aktarılacak genleri kontrol edebilmeli mi ? Kaderimiz olduğunu düşündüğümüz özelliklerimizi değiştirebileceğimizi düşünün. Dış görünüşümüz, yeteneklerimiz…
Bilim dünyasında yapılan son keşiflere göre genlerimizde açılıp kapanabilen anahtar gibi bir yapı var. Mesela kanser ve diyabet gibi hastalığa sahip olan kişilerin genlerinde bu anahtarlar kapalı, bu anahtarlar açıldığında ise mucizevi bir şekilde iyileşme gerçekleşiyor.
İnsan vücudunda yaklaşık 70 trilyon hücre bulunuyor ve bu hücrelerin her birinde de DNA bulunuyor. Bağışıklık sistemimizdeki bazı istisnalar dışında bu hücrelerin her birinin genetik kodu aynı.
İnsan genomu yaklaşık 20 bin gen, yani proteinleri kodlayan DNA şeritleri, içermektedir. Fakat bu genler toplam genomun sadece %1.2’sini oluşturuyor. Geri kalan %98.8’lik kısım kodlanmayan DNA olarak bilinir. Şu zamana kadar bu kısmın hiçbir işe yaramadığı düşünülüyordu.
Binlerce tek yumurta ikizi ile yapılan bir araştırmaya göre iki kardeşin de aynı kansere yakalanma oranı yalnızca %8. Genetiği aynı olan iki kişinin genlerindeki değişimlerin aynı olmaması durumu gerçekten ilgi çekici. Buna neden olan şeyin DNA’nın şu ana kadar hurda olarak görülen o %98.8’lik kısmında yattığı düşünülüyor.
Uzun süre bu farklılığın çevresel faktörlerden kaynaklı olduğu düşünülüyordu ancak yeni araştırmalar ile DNA anahtarlarının bu farklılıkta çok önemli bir rolü olabileceği fark edildi.
Tabii çevrenin epigenetik üzerine olan etkileri de inceleniyor.
Yapılan başka bir araştırma daha bize epigenetiğin önemini gösteriyor.
Örneğin yetişkinlikte karşılaşılan ruhsal hastalıkların sebebine baktığımızda karşımıza sorunlu bir çocukluk çıkıyor.
Laboratuar fareleri ile yapılan bir çalışmada, yavru fareler ve anneleri ile aralarındaki ilişki inceleniyor. Bazı anne fareler yavrularına ilgili davranırken bazıları ilgisiz davranabiliyor. Bu fareler büyüdüğünde onlara stres uyarıcıları gösteriliyor.
Annelerinden ilgi gören fareler bu stres uyarıcılarına sakin tepkiler verirken, annelerinden ilgi görmeyen fareler daha telaşlı tepkiler veriyor. İşte bu davranış farklılıklarının nedeni temelde psikolojiden ziyade genetik kodlamadaki epigenetik modifikasyonlar. Ve bu modifikasyonların gerçekleşmesinin de bir çok farklı nedeni olabilir. Gelişim aşamasında yaşadıklarımız, genetik kodlarımızı etkileyebiliyor, genetik anahtarlarımızı açıp kapatabiliyor.
Peki çevrenin etkilediği genetik kodlar çocuklara aktarılıyor mu ?
Bunun için de bir çalışma yapılmış.
Bir grup erkek fareye kiraz çiçeği koklatılıyor ve ardından hafif bir elektrik şoku veriliyor. Bu düzenli olarak tekrar ediliyor. Bu erkek fareler artık kiraz çekirdeği koklatıldığı zaman titremeye başlıyorlar.
Daha sonra bu erkek farelerin üremelerine izin veriliyor. Yavrularına da kiraz çiçeği koklatıldığında onların da aynı şekilde elektrik şoku verilmeden titremeye başladıkları gözlemleniyor. Yani bu korku babadan çocuklarına miras kalıyor.
Şu anda epigenetik çalışmalarında bu aşamadayız. Her gün bu DNA kodlarının nasıl ifade edildiği ile ilgili yeni şeyler öğreniyoruz ve gidecek daha çok yolumuz var. İleride bu bilim sayesinde insan tasarlamanın bile önünün açılabileceği düşünülüyor.Tabii bu işin doğurduğu yığınla etik soru da var karşımızda.
Ne dersiniz, sizce insanlık kendi kaderini seçebilmeli mi ?