Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi kıymetli hocamız Yrd. Doç. Dr. Ali BİLGENOĞLU ile birlikte kariyer planlaması ve öğrencilerin gelecek planlamalarıyla alakalı keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bizi kırmayıp ÖğrenciKariyeri ailesi tarafından sorduğumuz soruları içtenlikle cevapladığı için hocamıza çok teşekkür ediyoruz.
Sayın Ali BİLGENOĞLU,
Lisans eğitimimi Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde aldıktan sonra aynı fakültenin tarih bölümünde yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamladım. Doktora çalışmamda 19.yy İngiliz sömürgeciliğini Mısır ve Sudan örnekleri üzerinde karşılaştırmalı olarak incelemeye çalıştım. Çalışma ve araştırma alanlarım olarak siyasi tarih çerçevesinde modern Ortadoğu, 19.yy İngiliz siyaseti, yakınçağ Osmanlı tarihi, modernite sürecinde siyasal düşünceler ve Amerikan tarihini sayabilirim. Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.
Öncelikle akademisyenlik konusunda henüz yola çıkmadan kendilerini bir iç değerlendirmeye tabi tutmalarını öneriyorum. Sürekli okuma ve araştırma ile dolu geçecek yıllara kendilerini hazır hissediyorlar mı, bu ağır süreci kaldırabilecekler mi, mutlu olabileceklerine inanıyorlar mı vb. sorulara kendi içinde evet cevabı vermeyen arkadaşlarıma bu yola hiç çıkmamalarını tavsiye ederim. Zira akademisyenlik belli mesai saatleri içerisinde değerlendirilebilecek bir meslek değil; tam tersine başlı başına bir yaşam tarzı meselesidir. Elbette herkes kişisel yaşamında mutluluğu kovalayacak, bunun hayalini kuracaktır. Böylesine ağır bir süreci her şeye rağmen kaldırabileceğine inanan arkadaşlarım varsa, ve çıktıkları yoldan geri dönmeyeceklerine, sonuna dek mücadele edebileceklerini düşünüyorlarsa, akademisyenliğin dünyanın en zevkli uğraşı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İkinci olarak bol miktarda okuma yapmalarını öneriyorum. Tek boyutlu olmaktan ziyade karşılaştırmalı çapraz okumalar yapmak; ilgi alanlarını çeşitlendirmek, farklı disiplinlerde temel okuma metinleri başta olmak üzere kendilerini zenginleştirmeleri onları çok farklı kılacak; analitik değerlendirme kabiliyetlerini geliştirecektir. Ben tarihçiyim, ben uluslararası ilişkilerciyim, ben sosyoloğum diğer disiplinler beni ilgilendirmez deme lüksü yoktur akademisyenin.
Üçüncü olarak iyi derecede İngilizceyi artık bir gereklilik değil, ön şart olarak gördüğümü söylemek isterim. Farklı olan akademisyen, önümüzdeki süreçte başka yabancı dillere hâkim olan kişiler arasından temayüz edecektir; hâlihazırda da etmektedir zaten. İspanyolca, Rusça, Çince ve Arapça ülkemizde akademik kariyer yapmak ve ön plana çıkmak isteyen her aday için vazgeçilmez öneme sahip diller arasındadır. Günümüzde imkânlar çoğalmış; çeşitlenmiştir; İngilizceye ek olarak ikinci yabancı dil bilgisi daha kolay erişilebilir düzeydedir.
Son olarak da arkadaşlarıma yurt dışı tecrübesinin önemini belirtmek isterim. Öğrencilik aşamasında muhakkak erasmus vs şanslarını denemelilerdir. Yurt dışı deneyimi hem dil becerisi hem de bambaşka bir yaşam tarzı ve anlam dünyası ile karşılaşma noktasında ufkunuzu inanılmaz genişletecek; moda tabirle sizi dünyalı yapacaktır. Özellikle bu tecrübeyi yaşamış olan arkadaşlarından yurt dışı eğitiminin kendilerine neler kazandırdığı noktasında fikirlerini ve yaşadıklarını öğrenmelerini hararetle tavsiye ederim.
Zorluklar hep olmuştur, olmaktadır ve olacaktır da. Hayatın hakikatlerinden birisidir bu. Önemli olan mücadele azmini ve kararlılığını korumaktır. Gayet tabii ki akademisyenliğe hazırlanma sürecinde bizler de zorluklar yaşadık. Vazgeçmemek, yılmamak, ümitsizliğe kapılmamak, irade göstermek başarının anahtarıdır. Bu noktada kendimden yola çıkarak şunu söylemek isterim. Her zaman rekabetçi olmuş; en büyük rakip olarak da kendimi tayin etmişimdir. Zira bir insanın yapabileceklerinin ve yeteneklerinin bir sınırı olduğuna inanmıyorum. Gerçekten istendiği takdirde gelişime açık olduğuna inandığım insan için bu noktada en büyük rakip kendisi olmalıdır. Böyle bir kendi kendine rekabet atmosferi ümitsizlik, yılgınlık anlarında kişinin kendi kendini motive etmesini de sağlayacaktır. Tecrübeyle sabittir. İkinci, üçüncü şahıslar rakibimiz değildir; tek rakibimiz kendimizdir. Düne bakıp, bugünü ölçtüğünüzde kendinizde gördüğünüz ilerleme ve gelişim kadar insanı kişisel tatmine ulaştıran az şey vardır hayatımızda. Kendimi hep bu açıdan bakıp, değerlendirmişimdir; tavsiye de ederim bu yöntemi.
Okuma, öğrenme sevdası; merak ve araştırma. Hayatımı planlama, kurgulama aşamasında tüm bunların temel yaşam pratiklerim haline gelmesini sağlayacak bir ortama kavuşma isteği en büyük itici güç olmuştur.
Bu soruya evvelemirde vereceğim yegâne cevap merhum Halil İnalcık’tır. Ömrünün son gününe dek akademiye adım attığı ilk günkü heyecanını koruyabilecek düzeyde amatör; uluslararası literatürde kendisine mahsus bir yer edinecek derecede bir profesyonel olmayı başarmış olan İnalcık hoca sırf bu açıdan bile en büyük örnektir hepimiz için. Kendisinin 90’lı yaşlarında Osmanlı’nın kurulduğu Söğüt-Yalova bölgesini bir kez daha adım adım gezerek, kuruluş dönemi tarih yazımını yeniden teste tabi tutması hepimiz için dersler çıkarmamız gereken takdire şayan bir olaydır. İnalcık hocanın Türkiye için ve akademisyen adayları için ne demek olduğunu anlamak için kendisiyle yapılmış olan nehir söyleşi kitabı Tarihçilerin Kutbu’nu meraklılara ve akademisyen adaylarına hararetle öneririm.
Az önce de ifade ettiğim gibi uzmanlık alanı gibi tek merkezli okuma yapmayı yanlış buluyorum. Ben tarihçiyim, ben iktisatçıyım, sosyoloji, uluslararası ilişkiler benim alanım değil tarzı yaklaşımları hem doğru bulmuyorum hem de akademisyenin böyle bir lüksü olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla Umberto Eco’nun hem söylediği hem de başardığı gibi polikronik olmak gerekir. Bir koltukta birkaç karpuzu maharetle taşıyabilenlerden ve bu yolla farklılaşabilenlerden olmak gerekir.
Bu anlamda edebiyat olmazsa olmazdır. Şöyle bir dönüp baktığımızda dünyada ses getiren, evrensel akademyada isim yapmış olan tüm bilim insanlarının edebiyatla hemhal olmuş isimler olduğunu görürüz. Takdir edersiniz ki bu bir tesadüf değildir. Başta kendi edebiyatımız olmak üzere Rus ve İran edebiyatı hakkında hiç olmazsa giriş düzeyinde bile olsa birikime sahip olmak; muhtelif okumalar yapmak gerekir. Buna mukabil başta Fransız ve İngiliz edebiyatı olmak üzere Batı literatürü de aynı şekilde değerlendirilmelidir. Tanpınar’dan, Yahya Kemal’e; Kemal Tahir’den Yaşar Kemal’e, Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a uzanan bir gelenekten haberdar olmamız gereklilik değil; nazarımda bir mecburiyettir. Ayrıca Mevlana’dan Yunus’a; Şehname’den, Evliya Çelebi’ye bu coğrafyayı, Shakespeare’in sonelerinden, Raskolnikov’dan, Gogol’ün Palto’sundan, Moliere’in Cimri’sinden Verlaine’in lirizmine dek de Batı’yı konuşabilmeliyiz. Hugo’nun Sefilleri ile Dickens’ın Büyük Umutlar’ı üzerinden sanayileşme, modernleşme ve kentleşmenin sancıları hakkında çıkarımlarda bulunabilmeliyiz.
Sorunuza binaen özellikle çalışma alanlarım konusuna gelecek olursak da üzerine önemle eğildiğim ve zaman zaman dönüp tekrar okumalar yaptığım önemli isimler verebilirim. Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Bernard Lewis, William Cleveland, Edward Said, Şerif Mardin, Cemil Meriç, Max Weber, Immanuel Wallerstein, Karl Popper, Andrew Heywood ilk aklıma gelenler arasındadır.
Özel İçerik: Ulaş Özcan
Sayın Ali BİLGENOĞLU,
- Şimdiye kadar gelen uzun kariyer yolculuğunuzu ve ilgi alanlarınızı bu yazıya eklemek istiyoruz, bize kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Lisans eğitimimi Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde aldıktan sonra aynı fakültenin tarih bölümünde yüksek lisans ve doktora eğitimimi tamamladım. Doktora çalışmamda 19.yy İngiliz sömürgeciliğini Mısır ve Sudan örnekleri üzerinde karşılaştırmalı olarak incelemeye çalıştım. Çalışma ve araştırma alanlarım olarak siyasi tarih çerçevesinde modern Ortadoğu, 19.yy İngiliz siyaseti, yakınçağ Osmanlı tarihi, modernite sürecinde siyasal düşünceler ve Amerikan tarihini sayabilirim. Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım.
- Akademisyenlik hayali kuran öğrencilere ne gibi yollar izlemesini önerirsiniz?
Öncelikle akademisyenlik konusunda henüz yola çıkmadan kendilerini bir iç değerlendirmeye tabi tutmalarını öneriyorum. Sürekli okuma ve araştırma ile dolu geçecek yıllara kendilerini hazır hissediyorlar mı, bu ağır süreci kaldırabilecekler mi, mutlu olabileceklerine inanıyorlar mı vb. sorulara kendi içinde evet cevabı vermeyen arkadaşlarıma bu yola hiç çıkmamalarını tavsiye ederim. Zira akademisyenlik belli mesai saatleri içerisinde değerlendirilebilecek bir meslek değil; tam tersine başlı başına bir yaşam tarzı meselesidir. Elbette herkes kişisel yaşamında mutluluğu kovalayacak, bunun hayalini kuracaktır. Böylesine ağır bir süreci her şeye rağmen kaldırabileceğine inanan arkadaşlarım varsa, ve çıktıkları yoldan geri dönmeyeceklerine, sonuna dek mücadele edebileceklerini düşünüyorlarsa, akademisyenliğin dünyanın en zevkli uğraşı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
İkinci olarak bol miktarda okuma yapmalarını öneriyorum. Tek boyutlu olmaktan ziyade karşılaştırmalı çapraz okumalar yapmak; ilgi alanlarını çeşitlendirmek, farklı disiplinlerde temel okuma metinleri başta olmak üzere kendilerini zenginleştirmeleri onları çok farklı kılacak; analitik değerlendirme kabiliyetlerini geliştirecektir. Ben tarihçiyim, ben uluslararası ilişkilerciyim, ben sosyoloğum diğer disiplinler beni ilgilendirmez deme lüksü yoktur akademisyenin.
Üçüncü olarak iyi derecede İngilizceyi artık bir gereklilik değil, ön şart olarak gördüğümü söylemek isterim. Farklı olan akademisyen, önümüzdeki süreçte başka yabancı dillere hâkim olan kişiler arasından temayüz edecektir; hâlihazırda da etmektedir zaten. İspanyolca, Rusça, Çince ve Arapça ülkemizde akademik kariyer yapmak ve ön plana çıkmak isteyen her aday için vazgeçilmez öneme sahip diller arasındadır. Günümüzde imkânlar çoğalmış; çeşitlenmiştir; İngilizceye ek olarak ikinci yabancı dil bilgisi daha kolay erişilebilir düzeydedir.
Son olarak da arkadaşlarıma yurt dışı tecrübesinin önemini belirtmek isterim. Öğrencilik aşamasında muhakkak erasmus vs şanslarını denemelilerdir. Yurt dışı deneyimi hem dil becerisi hem de bambaşka bir yaşam tarzı ve anlam dünyası ile karşılaşma noktasında ufkunuzu inanılmaz genişletecek; moda tabirle sizi dünyalı yapacaktır. Özellikle bu tecrübeyi yaşamış olan arkadaşlarından yurt dışı eğitiminin kendilerine neler kazandırdığı noktasında fikirlerini ve yaşadıklarını öğrenmelerini hararetle tavsiye ederim.
- Öğrenim hayatınız boyunca yaşadığınız zorluklar ve bu zorlukları aşmak için izlediğiniz yolları öğrenebilir miyiz?
Zorluklar hep olmuştur, olmaktadır ve olacaktır da. Hayatın hakikatlerinden birisidir bu. Önemli olan mücadele azmini ve kararlılığını korumaktır. Gayet tabii ki akademisyenliğe hazırlanma sürecinde bizler de zorluklar yaşadık. Vazgeçmemek, yılmamak, ümitsizliğe kapılmamak, irade göstermek başarının anahtarıdır. Bu noktada kendimden yola çıkarak şunu söylemek isterim. Her zaman rekabetçi olmuş; en büyük rakip olarak da kendimi tayin etmişimdir. Zira bir insanın yapabileceklerinin ve yeteneklerinin bir sınırı olduğuna inanmıyorum. Gerçekten istendiği takdirde gelişime açık olduğuna inandığım insan için bu noktada en büyük rakip kendisi olmalıdır. Böyle bir kendi kendine rekabet atmosferi ümitsizlik, yılgınlık anlarında kişinin kendi kendini motive etmesini de sağlayacaktır. Tecrübeyle sabittir. İkinci, üçüncü şahıslar rakibimiz değildir; tek rakibimiz kendimizdir. Düne bakıp, bugünü ölçtüğünüzde kendinizde gördüğünüz ilerleme ve gelişim kadar insanı kişisel tatmine ulaştıran az şey vardır hayatımızda. Kendimi hep bu açıdan bakıp, değerlendirmişimdir; tavsiye de ederim bu yöntemi.
- Sizi akademisyenliğe iten güç nedir?
Okuma, öğrenme sevdası; merak ve araştırma. Hayatımı planlama, kurgulama aşamasında tüm bunların temel yaşam pratiklerim haline gelmesini sağlayacak bir ortama kavuşma isteği en büyük itici güç olmuştur.
- İdol olarak gördüğünüz veya kendinize örnek aldığınız bir akademisyen var mı ? Varsa kim olduğunu ve sebebini öğrenebilir miyiz?
Bu soruya evvelemirde vereceğim yegâne cevap merhum Halil İnalcık’tır. Ömrünün son gününe dek akademiye adım attığı ilk günkü heyecanını koruyabilecek düzeyde amatör; uluslararası literatürde kendisine mahsus bir yer edinecek derecede bir profesyonel olmayı başarmış olan İnalcık hoca sırf bu açıdan bile en büyük örnektir hepimiz için. Kendisinin 90’lı yaşlarında Osmanlı’nın kurulduğu Söğüt-Yalova bölgesini bir kez daha adım adım gezerek, kuruluş dönemi tarih yazımını yeniden teste tabi tutması hepimiz için dersler çıkarmamız gereken takdire şayan bir olaydır. İnalcık hocanın Türkiye için ve akademisyen adayları için ne demek olduğunu anlamak için kendisiyle yapılmış olan nehir söyleşi kitabı Tarihçilerin Kutbu’nu meraklılara ve akademisyen adaylarına hararetle öneririm.
- Uzman olduğunuz alanlarda ilerlemek isteyenler için önerebileceğiniz kaynaklar nelerdir?
Az önce de ifade ettiğim gibi uzmanlık alanı gibi tek merkezli okuma yapmayı yanlış buluyorum. Ben tarihçiyim, ben iktisatçıyım, sosyoloji, uluslararası ilişkiler benim alanım değil tarzı yaklaşımları hem doğru bulmuyorum hem de akademisyenin böyle bir lüksü olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla Umberto Eco’nun hem söylediği hem de başardığı gibi polikronik olmak gerekir. Bir koltukta birkaç karpuzu maharetle taşıyabilenlerden ve bu yolla farklılaşabilenlerden olmak gerekir.
Bu anlamda edebiyat olmazsa olmazdır. Şöyle bir dönüp baktığımızda dünyada ses getiren, evrensel akademyada isim yapmış olan tüm bilim insanlarının edebiyatla hemhal olmuş isimler olduğunu görürüz. Takdir edersiniz ki bu bir tesadüf değildir. Başta kendi edebiyatımız olmak üzere Rus ve İran edebiyatı hakkında hiç olmazsa giriş düzeyinde bile olsa birikime sahip olmak; muhtelif okumalar yapmak gerekir. Buna mukabil başta Fransız ve İngiliz edebiyatı olmak üzere Batı literatürü de aynı şekilde değerlendirilmelidir. Tanpınar’dan, Yahya Kemal’e; Kemal Tahir’den Yaşar Kemal’e, Nazım Hikmet’ten Necip Fazıl’a uzanan bir gelenekten haberdar olmamız gereklilik değil; nazarımda bir mecburiyettir. Ayrıca Mevlana’dan Yunus’a; Şehname’den, Evliya Çelebi’ye bu coğrafyayı, Shakespeare’in sonelerinden, Raskolnikov’dan, Gogol’ün Palto’sundan, Moliere’in Cimri’sinden Verlaine’in lirizmine dek de Batı’yı konuşabilmeliyiz. Hugo’nun Sefilleri ile Dickens’ın Büyük Umutlar’ı üzerinden sanayileşme, modernleşme ve kentleşmenin sancıları hakkında çıkarımlarda bulunabilmeliyiz.
Sorunuza binaen özellikle çalışma alanlarım konusuna gelecek olursak da üzerine önemle eğildiğim ve zaman zaman dönüp tekrar okumalar yaptığım önemli isimler verebilirim. Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Bernard Lewis, William Cleveland, Edward Said, Şerif Mardin, Cemil Meriç, Max Weber, Immanuel Wallerstein, Karl Popper, Andrew Heywood ilk aklıma gelenler arasındadır.
Özel İçerik: Ulaş Özcan
0 Yorum
Yorum Yap