Bugün sinema hepimiz için farklı anlamları olan bambaşka bir dünya. Hepimiz farklı zevklerimize, aynı olmayan ilgi alanlarımıza karşın mutlaka bir film seyretmişizdir. Sinema tarihine şöyle bir göz atacak olursak hakkı teslim edilmesi gereken insanların başında gelen biri vardır : Georges Méliès.
Lumière Kardeşler ”sinematograf”ı icat ettiklerinde işe belgesel film denen gerçek hayatın kesiti niteliğinde kısa hareketli görüntülerle başlamışlardı. Bir trenin hareketi, bebeğin yemek yiyişi gibi aslında son derece sıradan olan görüntülerdi bunlar. Şöyle söyleyebiliriz ki, o dönemde sinemanın büyüsü neyi yansıttığı değil, bir şeyleri yansıtıyor oluşuydu belki de. Bu sırada profesyonel bir sihirbaz ve Robert-Houdin Tiyatrosu’nda yönetici olan Georges Méliès bu teknolojinin sahip olduğu potansiyeli görmüştü. Bir kamera edindi, Paris’te bir stüdyo açtı, senaryolar yazdı ve setler tasarladı, aynı zamanda aktörlerle beraber çalıştı.
Aslında Méliès’nin yaptığı basit kamera hilelerini kullanmaktı. Stop motion, slow motion, karartma gibi günümüzde çok basit sayılan teknikler o dönem için bir devrimdi. 1899’dan 1912’ye kadar Méliès 400’den fazla film yaptı. Filmlerinde bir sihirbaz olarak ustası olduğu illüzyondan bolca faydalandı. Fanstastik ve fantezi dolu filmlere imza attı Méliès. İnsan vücudunu normalin dışındaki durumlarda yansıtarak alışılmışın bolca dışına çıktı.
Aya Yolculuk(Le Voyage dans la Lune –1902), Cleopatra(1899), Denizler Altında 20.000 Fersah (20,000 Lieues Sous les Mers -1907) gibi filmler en tanınmış yapıtlarından sayılabilir.
1910’lardan sonra ticari değerinin anlaşılması yüzünden büyük stüdyolarca ve büyük bütçelerle baskılanan sinema sektöründe maalesef Georges Méliès’nin artık yeri yoktu. 1861 yılında doğduğu Paris’te, 1938 yılında yoksulluk içinde hayata veda etti.
Sinema ile başladık, sinema ile bitirelim diyorum ve izlemeyenler için Martin Scorsese’den, Georges Méliès’nin hayatına değinen 2011 yapımı Hugo filmini siz okuyucularımıza öneriyorum, sinema ile kalın…
Özel İçerik: Rabia Gül YAZAR