Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 tarihinde Edirne’nin Eğridere ilçesinde doğar. Doğum tarihi bazı hesaplamalar da 1908 olarak çıksa da kendisinin Mehmet Behçet Yazar’a gönderdiği mektuplarda gün, ay belirtmeksizin doğum yılının 1907 doğduğunu belirtir. Sabahattin Ali'nin babası dönemin entelektüel kesiminden olan Tevfik Fikret ve Prens Sabahattin ile olan dostluğundan dolayı çocuklarına bu kişilerin isimlerini vermeyi düşünmüş ve ilk oğluna Sabahattin diğerine ise Fikret ismini verir.
Sabahattin Ali'nin annesi 16 yaşında evlenir ve ruhsal sorunlarından ötürü defalarca intihara kalkışır. Sabahattin Ali Edremit'teki İptidai Mektebi'nde okurken (1918-1921) dış çevreye kapalı bir görünüm verir. Arkadaşı Ali Demirel o günlerde Sabahattin Ali'nin arkadaş ortamlarında oynanan oyunlara katılmadığını, kendi halinde takılmayı tercih ettiğini, ya eve gidip kitap okuduğunu ya da resim çizdiğini söyler.
Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısıyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit’in çeşitli okullarında tamamlar. 1921'de Edremit'e göç ettiklerinde, bölge Yunan işgalinde olduğu için ailesiyle birlikte çok zor günler geçirir. Daha sonra İstanbul’a dayısının yanına gider ve İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun olur. Bir yıl kadar Yozgat’ta öğretmenlik yapar. Fakat Ali, Yozgat’ı sevemez. Yapıtlarında da şiddetli biçimde göreceğimiz toplumsal düzenin dışına çıkma arzusu, özgürlüğe, hakikate ulaşma çabası, varoluş sorunsalı, yalnızlık, yabancılaşma burada kendini şu mektupla gösterir:
‘Burası beni muhakkak çıldırtacak. Ne basit muhit Yarabbi. Düşün kardeşim, konuşulacak bir insan bile yok. Hepsi alelade, hepsi dümdüz. Memleketin civarı hep bozkır, gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor… Yalnız Yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var… Ama o da bu dümdüz araziye yakışmıyor… Adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. Ahali fesat, dedikoducu. Kendimi yalnız okumaya verdim. Kitap, gazete, mektup okumakla vakit geçiriyorum. Ah Nahid, yalnızlık asıl böyle kalabalık yerlerde belli oluyor.’(1927-1928)
Nahit Hanım Sabahattin Ali'nin sevdiği kişilerden biridir. Kendisiyle öğretmenlik stajında tanışmıştır. Önce dostluk havasında yürüyen arkadaşlıkları zamanla tek taraflı bir aşka dönüşür Yozgat'ta yazdığı şiirlerin ana temasında Nahit hanıma duyduğu sevgi vardır. Servet-i Fünun dergisinin 2 Şubat 1928 tarih ve 1642/168. sayısında (s.199) yayınlanan Bir Macera adlı şiirini Nahit hanıma ithaf eder. Sabahattin Ali karşılık görmeyen aşkını Ne Kazandık (1927), Kalbimde Aşkınız (1927), Ebedi (1928), Yat ve Uyu (1928), Bütün İnsanlara (1928), Firar (1928) ve Kudurmak (1928) adlı şiirlerinde de işlemiştir. 20 Nisan 1928 tarihli mektubunda ise şu ifadelere yer vermiştir:
“Cevap vermediğini, vermeyeceğini bildiğim halde yine sana yazıyorum. Seni tasavvur edemeyeceğin kadar çok sevdim Nahit. (…) Seni çok kızdırdım, çok sükut’ı hayale uğrattım, beni de herkes gibi gördün… Bütün kabahatlerin bende olduğunu itiraf ederim. Sana bir kafa arkadaşı gözünden başka gözle baktım, münasebetimizi arkadaşlık hududunun haricine çıkarmak istedim… O zaman… Seni kaybettim… Senin yokluğunun ne müthiş olduğunu seni kaybedince anladım… Sana yalvarıyorum Nahit… Ve açıkça, terbiyesizce söylüyorum: ben senden vücutlarımızın değil, kafalarımızın birleşmesini istiyorum…”
Sabahattin Ali Yozgat'ta geçirdiği bir yıllık süreden sonra artık İstanbul'a gelmeyi düşünmektedir. Yozgat'a beraber gittiği dayısı Rıfat Ali Ertüzün'de Ankara'da özel bir hastane açarak oradan ayrılır. Sabahattin Ali İstanbul'a tatile giderken Ankara Mili Eğitim camiasından tanıdığı kişilere uğramış ve onlara şaka ile karışık bir şekilde Yozgat'tan ayrılmak istediğini ve geri dönmesi halinde alacaklılarının kendisini öldürme ihtimalinden bahseder. Yetkiler ise kendisinin genç bir öğretmen olmasından ötürü "memleket senden hizmet bekler" demiş fakat istediği takdirde kendisini yurt dışına bile gönderebileceklerini bildirir. Mustafa Kemal Atatürk o dönemlerde yabancı dil öğretmeni yetişsinler diye öğretmen okullarından mezun olan 15 kişinin beşer kişilik gruplar halinde İngiltere, Fransa ve Almanya'ya gönderilmesini ister. Sabahattin Ali 1928 Kasım ayı sonlarında kendisiyle beraber seçilen kişilerle Almanya'ya gider. Sabahattin Ali 15 gün Berlin'de kaldıktan sonra Türk büyükelçiliğinin de yardımıyla Potsdam şehrine yerleşir. İlk olarak dil öğrenmek için yaşlı bir kadının evine pansiyoner olarak girer. Daha sonra Almancasını geliştirmek için kursa başlar, hafta sonları ise Almanya'ya giden ekipten olan Melahat Togar'la da görüşür. Melahat Togar "Arkadaşım Sabahattin Ali" yazısında yazarın Almancayı tam öğrenmeden Almanca üzerinden Rus yazarlarını okuduğunu belirtir. Yaklaşık 2 yıl Almanya’da kaldıktan sonra yurda geri döner. Aynı sıralarda profesyonel yazı yaşamına şiirle daha sonra da öykü ile başlar. Burada Nâzım Hikmet’le tanışır. Yurda döndükten sonra da Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atanır. Aydın ve Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yapar.
Bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla 1932’de tutuklanarak bir yıla mahkûm edilir. Konya ve Sinop cezaevlerinde yatar. Cumhuriyet’in onuncu yıl dönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuşur. Ne var ki Ankara’da dönemin bakanlarından Hikmet Baykur’dan işine geri dönebilmesi için eski fikirlerinden vazgeçmiş olması gerektiği cevabını alınca, Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak Mustafa Kemal Atatürk’e bağlığını göstermeye çalışır. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara’ya giden Sabahattin Ali, Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınır. Yine aynı yıllarda Ankara II. Ortaokulu'nda öğretmenlik yapar.
Sabahattin Ali'nin eski sevdiklerinden Nahit Hanım Halil Vedat Fıratlı ile evlenmiş, arkadaşı Ayşe Hanım da evlilik teklifine ret cevabı verir. Aliye Hanım'la ise 1932 yazında İstanbul'da eczacı Salih Başotaç'ın evinde tanışır. Kendisiyle yaptığı evlilikte Başotaç ailesinin etkisi büyük olur.Aliye Hanım'ın ailesi Sabahattin Ali'nin poliste sicil kaydının bulunduğunu gerekçe göstererek evliliğe mesafeli yaklaşır. Fakat sonradan Aliye Hanım'ında isteği ile evliliğe izin verir. Daha sonraları Sabahattin Ali nişanlısından gelen fotoğrafa karşılık olarak bir mektup yazarak "Değirmen" ile "Dağlar ve Rüzgâr" adlı kitaplarını göndermiştir. İkilinin nikâhları ise 16 Mayıs 1935 tarihinde Kadıköy Evlendirme Dairesi'nde kıyılır. Sabahattin Ali ve eşi nikâhtan sonra Ankara'ya giderlerve buradaki düğünün ardından Ulus'ta bir apartman dairesine yerleşirler. 1937 Eylül ayında ise kızı Filiz Ali dünyaya gelir.
Sabahattin Ali, ilk kitabı Kuyucaklı Yusuf’u asılsız bir ihbar nedeniyle hapis yattığı zaman diliminde biriktirdiği malzemeler ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yaptığı öğretmenlik deneyimleri ışığında 1937’de kaleme alır. Dönemin Batı etkisiyle yazılan eserlerinin arasında Kuyucaklı Yusuf toplumsal konuları ele alması açısından çok önemlidir. Hatta roman oldukça anarşist bulunup, 14 Haziran 1937’de toplatılarak aile hayatı ve askerlik aleyhinde olduğu gerekçesiyle mahkemeye verilir.
Kuyucaklı Yusuf’un yayımlanmasının ardından 1940 yılında tekrar askere alınır ve askerliğini yaptıktan sonra Ankara Devlet Konservatuarı’nda 1945’e kadar Almanca öğretmenliği yapar. 1940 yılında ise İçimizdeki Şeytan’ı yayımlar. İçimizdeki Şeytan, dönemin devlet dairelerinde süre giden yozluğu açıkça dile getirdiğinden ve aydınların gerek hane içi gerekse hane dışı tehlikeli ve ikiyüzlü ilişkilerini, onların karanlığını sergilediğinden dönemin milliyetçi kesiminin tepkisini çeker.
Nihal Atsız, Orhun dergisinde Başbakan Saraçoğlu Şükrü’ye açık mektup yazısında, komünistlerin devlet dairelerine kadar sızdığını dile getirir. Ona göre, bu komünistlerden birisi Sabahattin Ali’dir ve Hasan Ali Yücel tarafından korunur. Sabahattin Ali, o dönemde milliyetçilerin hedefi haline gelir. Hatta Nihal Atsız 1940 yılında Orhun dergisinde “İçimizdeki Şeytanlar” adıyla kaleme aldığı hayli saldırgan yazısıyla Sabahattin Ali’nin romanına tepkisini dile getirir. Atsız’ın, kendisi hakkında yazdığı hakaret dolu yazıya dava açan Sabahattin Ali, yine aynı kesimin destekçilerinden aşırı tepki ve tehditler alır. Sonradan davayı kazanmasına karşın tepki ve tehditlerden bir türlü kurtulamaz. Aynı dönemlerde, tehditlerin sürdüğü zaman diliminde işinden çıkarılır Sabahattin Ali. 1945'te İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başlar.
"Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hâkim olacağız. Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim."
İçimizdeki Şeytan
Bir gün Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali’yi Atatürk Orman Çiftliği’nde arkadaşlarıyla otururken görür ve ikisi o gün tanışır. Daha sonra Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz’ın Yârenlik adlı kitabı hakkında yazacaktır. Yurt ve Dünya’nın 28. sayısında yayımlanan yazının sonunda Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz için şöyle der: “Bana sanat heyecanıyla dolu saatler yaşatan, kendisinin ve insanlığın dertleri hakkında gözümde yeni ufuklar açan şaire bütün kalbimle teşekkür ederim.” (1943)
Kürk Mantolu Madonna Sabahattin Ali’nin 1943 yılında kaleme aldığı romanıdır. Berlin’de geçirdiği iki yıllık öğrencilik yıllarından esinlenerek yazmış olabileceği düşünülür. Roman, bankadaki işinden çıkarılmış anlatıcının, sınıf arkadaşının çalıştığı fabrikada işe başlamasıyla açılır. Ardından anlatıcının küçük ve dar memuriyet dünyasının ilkin sıradan bir insanı olarak gördüğü Raif Efendi’yi tanıtmasıyla devam eder.
1946 Sabahattin Ali; Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz ’un yazarlığını yaptığı Markopaşa yayın hayatına başlayan Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı yayınlarından biri olan cuma günleri çıkan haftalık mizah dergisidir. Sabahattin Ali başyazarlığını, Mustafa Mim Uykusuz da çizerliğini üstlenmiştir. 1946 yılında yayına başlayan Markopaşa için Rıfat Ilgaz’ın Sarı Yazma kitabında da dile getirdiği sözler şunlardır:
‘Kadromuz iyiydi. Patronlarımız, başka patronlara benzemezdi. Zaten ikisi bir arada pek az bulunabiliyorlardı. Hapiste olmadığı zaman Sabahattin Ali’yle Aziz Nesin’le idare yerimizde bir aradaydık.’
Toplumcu ve gerçekçi halk mizahıyla, ironik ve düşündürücü bir dile sahip olan Markopaşa, o dönemlerin adeta ana muhalefeti haline gelir. Özellikle, “toplatılmadığı zamanlar çıkar” ya da “yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar” ibareleriyle yayımlanan gazete, etkin bir muhalefet odağı olur. Halk tarafından çok sevilmesi ve muhalefetinin yarattığı endişe karşı tepkilerin de ardı ardına davalara dönüşmesine yol açar. Bu nedenle gazeteyi yayımlayanların başı hep derttedir. Sabahattin Ali ve Aziz Nesin günleri ya mahkeme kapılarında ya da hapishanede geçirirler. Sabahattin Ali burada yazdığı bir yazısından dolayı üç ay hapis yatar. Rıfat Ilgaz için de durum aynıdır. O, hastane kapılarının bekçisi olur.
Sabahattin Ali bütün bu davalar ve hapis süresince oldukça yıpranır. Sabahattin Ali Markopaşa, dergi ve gazete günlerinin (Yeni Dünya, La Turquie, Tan Matbaası) ardından 1948’de Zincirli Hürriyet’teki bir yazısı yüzünden Paşa kapısı Cezaevi’nde üç ay yatar. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlar. İşsizdir, yazacak yeri yoktur. Çok sıkıntı çeker. Bu yüzden yurt dışına kaçmaya karar verir; pasaport almak ister ancak alamaz. Hapishane arkadaşlarının yardımıyla Bulgaristan’a kaçmak ister. 31 Mart’ta hapisteyken tanıştığı Berber Hasan Tural’ın bulduğu Ali Ertekin aracılığıyla kaçarken vurulur. Ordudan atılmış olan bir astsubay olan Ertekin, geçimini yurt dışına adam kaçırmakla sağlar, öte yandan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti adına ajanlık yapmaktadır. Resmi açıklamalara göre Ertekin, "milli hislerini tahrik ettiği için" Sabahattin Ali'yi başına sopa vurarak öldürür. Ölü bedeni, 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunur. Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır. Ancak yazarın yakın çevresi ise Sabahattin Ali'nin Kırklareli'de Milli Emniyet tarafından sorgulanırken işkence sonucu öldüğü ve Ertekin'in paravan olarak kullanıldığını iddia etse de bu hiçbir zaman kanıtlanamaz. Sabahattin Ali ise, geriye kızı Filiz'i, eşi Aliye'yi, üç roman, on öykü ve iki şiir kitabı bırakmıştır.
[caption id="attachment_19935" align="aligncenter" width="354"] Çantası[/caption]
Eserleri
Dağlar ve Rüzgâr (1934)
Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965)
Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki Şiirler (1988) tüm şiirleri
Roman:
Kuyucaklı Yusuf (1837-1988)
İçimizdeki Şeytan (1940-1982)
Kürk Mantolu Madonna (1943-1988)
Öykü:
Değirmen (1935)
Kağnı (1936-1983)
Ses (1927-1972)
Yeni Dünya (1943-1982)
Sırça Köşk (1980)
Oyun:
Esirler (tefrika 1936, basım 1966)
Sağlığında yayımlanmış dokuz kitabına, Varlık dergisinde tefrika edilen Esirler (1936) oyunu da eklenince on kitabı, yedi ciltlik bir külliyat halinde Varlık Yayınları arasında tekrar basıldı (1965/1966). Bütün Eserleri önce Bilgi, sonra Cem Yayınevi’nde yeniden basıldı.
Yazar üzerine incelemeler arasında; Kemal Sülker’in Sabahattin Ali Dosyası (1968), Asım Bezirci’nin Sabahattin Ali / Hayatı, Hikâyeleri, Romanları (1974), Kemal Bayram’ın Sabahattin Ali Olayı (1978), Filiz Ali Laslo ile Atilla Özkırımlı’nın Sabahattin Ali (1979), Reşit M. Ertüzün’ün Sabahattin Ali Olayının Gerçeği (1985), Filiz Ali’nin "Filiz Hiç Üzülmesin" (1996), Ramazan Korkmaz’ın Sabahattin Ali (YKY 1997) adlı kitapları ve Almanya’da yayımlanan Elisabeth Siedel’in Sabahattin Ali Mystiker und Sozialist adlı çalışması sayılabilir.
Sabahattin Ali’nin bazı şiirleri şarkı haline getirilmiştir, aşağıda birkaçı yer almaktadır.
Leylim Ley – Zülfü Livaneli https://www.youtube.com/watch?v=-NRZme8v4H0
Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Aldım sazı çıkmış gurbet görmeye
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni
Göklerde Kartal Gibiydim (Hapishane Şarkısı 1) – (Seslendiren: Volkan Konak / Beste: Ali Ekber Eren) https://www.youtube.com/watch?v=CVPxcLLPIxk
Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarımdan vuruldum
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kırıldım.
Yar olmadı bana devir,
Her günüm bir başka zehir
Hapishanelerde demir
Parmaklıklara sarıldım.
Coşkundum pınarlar gibi,
Sarhoştum rüzgarlar gibi
İhtiyar çınarlar gibi
Bir gün içinde devrildim.
Ekmeğim bahtımdan katı,
Bahtım düşmanımdan kötü
Böyle kepaze hayatı
Sürüklemekten yoruldum.
Kimseye soramadığım,
Doyunca saramadığım,
Görmesem duramadığım
Nazlı yarimden ayrıldım.
Çocuklar Gibi – (Seslendiren: Sezen Aksu / Beste: Ali Kocatepe)https://www.youtube.com/watch?v=TB2zfHMxV74
bende hiç tükenmez bir hayat vardı
kırlara yayılan ilkbahar gibi
kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
göğsümün içinde ateş var gibi
başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi
hissedince sana vurulduğumu
anladım ne kadar yorulduğumu
sakinleştiğimi durulduğumu
denize dökülen bir pınar gibi
başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi
sözün şiirlerin mükemmelidir
senden başkasını seven delidir
yüzün çiçeklerin en güzelidir
gözlerin bilinmez bir diyar gibi
başını göğsüme sakla sevgilim
güzel saçlarında dolaşsın elim
bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
sevişen yaramaz çocuklar gibi
Ben Sana Vurgunum (Eskisi Gibi) – (Seslendiren: Nükhet Duru / Beste: Ali Kocatepe)https://www.youtube.com/watch?v=xGrN7m6pI5g
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum.
Başkalarına gülsem de
Senden uzakta kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum.
Dağları aşınca başım
Geri kaldı her yoldaşım
Gel sevgilim, gel kardaşım
Ben gene sana vurgunum.
Gönlüm seninkine yârdı
Aynı şeyleri duyardı
Ayaklarımız uyardı
Ben gene sana vurgunum.
İtilmiş, tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum.
Dağlar – (Seslendiren: Sezen Aksu / Beste: Ali Kocatepe)https://www.youtube.com/watch?v=G27N7HzANSo
başım dağ saçlarım kardır
deli rüzgarlarım vardır
ovalar bana çok dardır
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
şehirler bana bir tuzak
insan sohbetleri yasak
uzak olun benden uzak
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
kalbime benzer taşları
heybetli öter kuşları
göğe yakındır başları
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
yarimi ellere verin
sevdamı yellere verin
yelleri bana gönderin
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
bir gün kadrim bilinirse
ismim ağza alınırsa
yerim soran bulunursa
benim meskenim dağlardır dağlar
dağlardır dağlar, dağlardır dağlar…
Aldırma Gönül – (Seslendiren: Edip Akbayram / Beste: Kerem Güney)https://www.youtube.com/watch?v=o6PZsAitVCc
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma
Benimsin Diyemediğim (Kıyamadığım) – Ali Kocatepehttps://www.youtube.com/watch?v=pOO7Q1jg-TM
hey bir zaman bakıp bakıp
seyrine doyamadığım!
şimdi gurbette bırakıp
sesini duyamadığım!
evde kapanıp kaldın mı?
seyrana çıkıp güldün mü?
başkalarının oldun mu?
“benimsin!” diyemediğim!
akıtıp gözüm yaşını
hatırlarım gülüşünü;
kıvırcık saçlı başını
göğsüme koyamadiğım!
dik yamaçların selisin,
sen benden daha delisin,
şimdi kimlerin kulusun?
başını eğemediğim!
nasıl vurgunum bilirdin,
niçin benden yüz çevirdin?
kimlerin koynuna girdin?
öpmeğe kıyamadığım!
0 Yorum
Yorum Yap