Nazım Hikmet Ran ya da Nazım Hikmet 15 Ocak 1902 yılında Selanik’te doğmuştur. Türk şairi, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı. Çeşitli lakaplara sahiptir: ‘Güzel Yüzlü Şair’, ‘Romantik Komünist’ ‘Romantik Devrimci’ ve birçoğumuzun da bildiği gibi ‘Mavi Gözlü Dev’.
İlköğretimden sonra arkadaşı Vala Nurettin ile Mekteb-i Sultani’nin hazırlık sınıfına girdi. Ailesinin parasal sıkıntıları ile okulunu bir süre sonra değiştirmek zorunda kalmıştır.1917 yılında Heybeliada Bahriye Mektebin’e girdi ve 2 yıl sonra mezun oldu. Genç bir Subay olarak atandı fakat zatülcenp hastalığı sebebiyle askerlikten çıkartıldı.
Siyasi düşünceleri sebebiyle ömrünün çoğunu hapishanelerde geçirmiştir. Yaşamı boyunca yaklaşık olarak 11 davadan yargılanmıştır. 1951 yılında Karadeniz üzerinden Moskova’ya gitti ve 25 Temmuz 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkartılmıştır. Vefatından 46 yıl sonra Nazım’a vatandaşlığı geri verilmiş ve mezarının buraya getirilmesi istenilmiştir. 3 Haziran 1963 yılında kalp krizi sonucu vefat etti ve mezarlığı hala Moskova’dadır.
Dedesi Nazım Paşa’nın etkisiyle çocuk yaşta şiire ilgi duymuş, yazmaya başlamıştır. İlk şiirini daha 11 yaşında yazmıştır. Askerlikten çıkartıldığı dönemde hececi şairler arasında ünlenmişti. Bahariye Mektebinde hocası olan Yahya Kemal Beyatlı’ya hayrandı. Yazdığı şiirleri ona gösterip eleştirilerini alıyordu. 1920 yılında Alemdar Gazetesinin yarışmasına katıldı ve birinci oldu. Bu yarışma ile Genç Nazım’ın ünü daha da artmış oldu. Moskova’da üniversite okurken serbest nazım ile ve Rus olan gelenekçi şair Mayakovski ile tanıştı. Böylece Türk Edebiyatı’na ‘Serbest Nazım’ kavramını getirmiş ve Çağdaş Türk Şiirinin öncüsü olmuştur. Gerçek şairin mısralarında halkın nabzının atması gerektiğini savunan Nazım, eserleri konusunda hep çok cesur olmuştur. Eserlerinin yasaklı olduğu yıllarda farklı takma isimler ile yayınlamaya devam etmiştir. Bu takma isimlerinden en bilineni Orhan Selim’dir. Eserleri kendisinden sonra gelen genç şairlere örnek olmuştur. Bugün hala şiirlerde Nazım Hikmet’in etkisi görülmektedir.
Aşağıda Nazım Hikmet’i Nazım Hikmet yapan o harika şiirlerinden birkaçı yer almaktadır. Sizlerde favoriniz olan şiirlerini yorum olarak bizlerle paylaşabilirsiniz. 🙂
-Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
*Bu şiiri Cem Karaca çok güzel yorumlamıştır. Linkte şarkıyı bulabilirsiniz 🙂
https://www.youtube.com/watch?v=CnyXsk2vWWI
-Dünyayı Verelim Çocuklara
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
-Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan evin.
O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan eve.
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan ev…
-Tahir İle Zühre
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmakta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte….
Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu’nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil..
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir’liğinden
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil…
-Saat:21-22
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti…
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık….
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edâsındaki dünya…
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece,
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım…
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…
-Sen
En güzel günlerimin
üç mel’un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel’un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını..
En güzel günlerimin
üç mel’un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi..
Düşmanımdır ikisi..
Sana gelince…
Yazıyorsun..
Okuyorum..
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri –
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!.
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için…
En güzel günlerimin
üç mel’un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi…
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi…
Sana gelince…
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün…
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz…