Öğrenci Kariyeri Banner

Paramız Yoktu, Biz de Tatile Gittik!

Paramız Yoktu, Biz de Tatile Gittik!
otostop-g

 

[ad name="HTML"]

 




Evet bu yaz çok keyifli bir macera yaşadık. Sonra düşündük ki bunu paylaşırsak birçok kişiyi gaza getirebiliriz. Facebook’ta yaptığımız paylaşımları filan biraraya toparladık, fotoğraflar filan derken size kadar geldi işte :P


Herşeyin başladığı yere büyük patlamaya, şaka şaka 2013 Nisan’a gidiyoruz, büyük patlamaya gelmeden bir önceki durağa yani.


Vizeler bitmiş, çantamı alıp şöyle bir gezeyim diyorum. Hee öncesi şöyle, İdobüs’lerin ucuz olduğunu öğrendiğim an siteye girip “Ulan 12 liraya Bursa’ya mı gidilir, süpermiş, ben en iyisi bi tane bilet alıym olmadı gitmem yani” diyorum. İşte vizeler bitince de “Aa benim bilet vardı ya lağn deyip” yola çıkıyorum. Annemler okul zamanı gezi mi olur deyip izin vermiyorlar tabiki, hatta benim gitmeyeceğimi düşünmüşler, babam 3 hafta konuşmamıştı. Ama bu gezme meselesi öyle maalesef, onları alıştırmak için bazen sözlerini dinlememek gerekiyor. Artık daha rahatız, Hindistan’a gitmeden önce “Daha düzgün yerlere gitsenize” diye tavsiyede bulunmuşlardı sadece. Bu kış Norveç’e otostopla gitme konusuna şuan hayır deseler de babamın içten içe “Acaba bunu da yapabilir mi lan” diye mutlulukla karışık meraklandığını hissediyorum :P Hayatlarına aksiyon katıyorum işte bence memnunlar durumdan da çaktırmıyorlar. Hem tehlikeli gezilerde facebooktan ekliyorum belki -gizli-mutluluklarının sırrı budur :D Belki de hakikatten memnun değillerdir ama bunu konuşmak istemiyorum :P









Hayatlarına aksiyon katmak demişken karikatür bunu açıklıyor işte☺

Bursa’da bir starbucks’a oturup ne yapacağıma karar vermem gerek. Oturuyorum, adamın güneş gözlüğü dikkatimi çekiyor. Gidip nerden aldığını öğreniyorum, dükkan sahibi arkadaşıymış selam söylüyor ona da. Bu önemsiz ayrıntıyı şundan dolayı anlatıyorum: Bence insanlar tanımadığı insanlarla rahat bir şekilde iletişim kurabilmeli, merak ettikleri herhangi birşeyi gidip sorabilmeli.



İşte bu felsefe bizi İran’a götürdü. Daha kim bilir nerelere götürecek :P

İşte Bursa ayağı bir şekilde bitiyor, 5–6 saatin ardından kalmak için bir sebep bulamıyorum, İzmir’e dayıma gideyim diyorum, hem sürpriz olur. Neyse gidiyorum geziyorum filan. İzmir kısmının ardından da Balıkesir yapayım kuzenimi filan görürüm diyor orayı da bitirdikten sonra da otobüsle İstanbul’a yola çıkıyorum.


Otobüsle feribota geçince inip şöyle bir gezineyim diyorum. Üç tane araç görüyorum, Land Rover Defender modelinden. Dışları çamurla kaplı, belli bir hikaye var adamlarda. Gidiyorum “Abi kolay gelsin, hayırdır nereden nereye böyle çok güzel gözüküyor araçlar bir selam vereyim dedim”. Murat abi başlıyor söze, biz bir grubuz yazları yurtdışına gideriz, aralarda da 3 günlük kaçamaklar yapıyoruz böyle. “Süpermiş abi, bende çok severim gezmeyi valla” Facebook’tan ekle oradan haberleşiriz diyor Murat abi. Normalde geziyi dışarıdakilere de açıyorlarmış, ama başvurular Mart’ta bitmiş. “Tüh ya kaçırmışız.” Haziran geliyor, Murat abi araçlarda boş yer olduğunu belirten yazılar paylaşıyor “Gelmek isteyen varsa sıkışırız” gibisinden. Hemen yazıyorum “Abi ben o feribottaki genç, bir plan vardı iptal oldu, yeşil pasaportum da var gelmeyi çok isterim, gezmeyi çok severim falan filan :P ”



“Hazırlan, geliyorsun.” diyor motivasyon yazım kabul edildi yani ☺

Murat abiyi facebooktan eklemiş olmam dışında kimseyi tanımıyorum. Ailemi ikna ediyorum bir şekilde. “Ya adamlar aileleri ile geziyorlar küçük çocukları filan var güvenilir insanlar yani”.


Gidiyoruz işte Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk tam 8 Defender mükemmel bir yolculuk, olağanüstü bir tecrübe. O kısmı daha sonra ayrı bir konu olarak anlatmak lazım. 2014 yılında yine aynı grupla yaptığımız Gürcistan ve Azerbaycan kısmıyla birleştiririz.



İşte 2014 yılında son dakikada Mısır planı iptal olan Veysel, çok önceden bana gelmek istediğini söyleyen Ebu ve bende gelirim diyen Ömer’de ekibe katılınca olay süper bişeye dönüşüyor.

Gürcistan’da gece saat 1 filan, Tiflis’e civarında bir gölün kenarına kamp atmışız. Kahvemizi yapmış, gölü seyreylerken muhabbet ediyoruz. Veysel, ben bir de Ömer. Veysel diyor ki “Abi benim vaktim var, gezi İran’da biterken ayrılayım oradan kaptırır, Suudi Arabistan ve Mısır yaparım.” Bir taraftan da beni ikna etmeye çalışıyor kerata :P


Hatta onunla alakalı çok güldüğümüz bir olay yaşadık. Ondan da bahsedeyim. Şimdi gölün kenarına geldiğimizde çantamı bulamadım. Dedim ki herhalde yol üstünde indirdi biri arabadan bişey almak için, geri koymayı unuttu. Ama kafam çantada sürekli onu düşünüyorum. Konu ne olursa olsun ona bağlayacağım yani. Oturduk kahve içerken Veysel dedi işte “Sen de gel bence bu kafamdaki planı uygulayalım” Düşündüm. “Tamam ulan geliyorum, zaten çantam yok azıcık eşyam var.” dedim. Sonra arabaların ilk durduğu yere bakmaya gittik, belki oradadır diye. Ta-ta-ta-tam! Evet çanta oradaymış, ohh be rahatladım. Artık yüzüm gülüyor tekrar yerimize oturduk, ama bu sefer çantam çadırın içinde :P Veysel döndü “Eee çantayı bulduk, gelmeyecek misin?”.



“Manyak mısın oğlum elbette geleceğim hem çantam da var”

İşte o an anladık ki ben gelmek için bahane arıyormuşum. Durumu düşündükçe 10 dakikaya yakın, gözlerimizden yaşlar gelesiye kadar güldük. Tabiki bunu Murat abiye de anlatmamız ve izin almamız gerek sonuçta yola birlikte çıktık, ayıp olur çekip gitmek. Neyse Murat abi olmaz, beraber döneceğiz dedi.


Aradan geçen 2–3 günün ardından Bakü’de grup içindeki anlaşmazlıklardan dolayı -bizim dışımızda- gruplar farklı rotalardan dönmeye karar verdiler. Biz de fırsattan istifade bağımsızlığımızı ilan ettik :P Hem bu şekilde kimseyi kırmayacaktık. Kriz bizim için fırsata dönmüştü. Çok istediğim şeylerde buna benzer şeyler daha önce de başıma gelmişti. Lisede galiba 8 yada 9 arkadaşımı Beşiktaşlı yapmıştım. Ama yakın arkadaşım Ubi Karabükspor diyor başka birşey demiyordu. Karabük süperlige çıkınca Ubi’yi Beşiktaşlı yapmam imkansız hale gelmişti. Ama güzel birşey oldu, bütün Karabük Beşiktaşlı oldu :D Özellikle Bursa, Fenerbahçe ve Galatasaray’la oynadıkları maçlarda yıllardır Beşiktaş lehine tezahürat ediyorlar :D Ubi’yi uyarmıştım :P



Neyse “Çok isteyince bir şekilde oluyormuş.” ☺

ARTIK OTOSTOPLU GÜNLER BAŞLASIN!









Otostopla devam etme kararını aldığımızı Land Rover ekibimizle paylaştıktan hemen sonra bizzzz!!!







Yüklerimizi yüklendik, Miraç abinin mekana gitmeden hemen önce pozumuzu verdik.

“Land Rover macerasının 13. günündeyiz, hayatımda ilk defa bu kadar sakallıyım :P Baştan sona survivor gibi bir yolculuk gerçekleştirdik. Yolun Bakü’den sonrasını otostopla gitmeye karar verdik. Hedefimizzzz İrannnn!!! İlk adım olarak benzin istasyonunda Miraç abiyle tanıştık durumu anlattık, beraber güzel bir yemek yedik. Çalıştığı yerin misafirhanesinde bize 4 tane yatak ayarladı. Ve artık duşumuz var 13 gün boyunca sadece derede ve gölde yıkanmıştık. Ama şunu bilin, duşakabin güzel kesinlikle, fakat asla soğuk bir dere değil. Hakikatten o da ayrı bir hikaye. Siz hiç 2 gölü bir çayı/deresi olan adam gördünüz mü? Biz gördük arkadaş , işte yolculuk böyle birşey. Üzerinizde sizin uzun süredir yolda olduğunuzu gösteren bir işaret olduğu takdirde bütün canlılar ve cansızlar seferber olup size yardımcı oluyor. Adama nerde kalırız diye sorduk adam 2 göl 1 çay sahibi çıktı. Bugün enerjimizi fulleyip, güzel bir temizlenip (Şuan cidden çok pisiz, mavi gömlek artık mavi değil, geziye sarışın başlayanlar artık esmer mesela Veysel :P ) Bakü’yü gece gezeceğiz, yarın İran’a giden tırlarla görüşüp kısmetse yola çıkacağız! Burada herşey çok güzel aksiyon hiç eksik olmuyor, takside telefon unutup o telefonu buluyoruz filan baya iyiyiz yani 4 genç Iran yolunda, internet buldukça yazacağım kendinize çok iyi bakın.” diyerek üstteki fotoğrafları paylaşmışım.


Şehre geçiyoruz yukarıda yazdığım gibi. Veysel’in arkadaşı ve onun arkadaşlarıyla buluşuyoruz. Şöyle şehre bir gece turu yapıp güzel bir kafede oturup sanki İstanbul’da akşam dışarı çıkmışcasına ruhen şarj oluyoruz. Gece 12 civarı Miraç abinin bize ayarladığı yere geçip yataklarımıza yatıyoruz.










Bakü’de Veysel’in arkadaşlarını bulmaya gidiyoruz, Veysel’e bak nasıl da mutlu kerata :P







Bakü’de Kız Kalesi varmış, isim biraz çakma duruyor sanki :P Tam arkadamızda kendisi!






Miraç abi ile bir veda fotoğrafımız olsun artık, arkadaki villalarda kaldık ayıptır söylemesi :P

Günaydın! Kalkıp haritadan otostop yapacağımız kavşağı belirliyoruz. Hem tır parkı da oralarda diyorlar. Gidiyoruz, ortalıkla girip konuşacağımız türden bir tır parkı yok. Gümrük tarzı bişey var bizi de almazlarmış içeri. Neyse orada sarı bir işçi bareti buluyoruz. Sahipsiz, alıyoruz hemen belki işe yarar :D


Anlaşılan bize tırlardan fayda yok, kavşağa gidip gitmemiz gereken yön tarafında bekliyoruz. İki gruba ayrılmamız lazım, bir de çaldırma sayılarına göre nerede olduğumuzu anlatan bir kodlama geliştiriyoruz, anlaşabilmek için.













Otostop Kodlarımız Defterin Arasından Çıkıyor ☺





















Yakup ve güzel Mercedes’i hee bide ağzındaki kürdan :D

Neyse ilk yazı turayı kazanmıştık galiba, Veysel’in ilk durdurduğu arabaya benle Ebu bindik. Binerken 50 km gitmek istediğimizi söylemiştik ama öğrendik ki Yakup abi 250 km bizim istediğimiz yönde gidecekmiş. Götüreyim sizi diyor, kendisi uzun yol taksicisi, paramız yok ama abi diyoruz yanlışlık olmasın diye. Bize dönüp:



“Pul cehennem olsun” diyor.

Gezi boyunca en büyük kazançlarımızdan birisi bu söz ve onun manasıydı.









Ömer ve Veysel’i alan abla ile vedalaşıp bizim Yakup abinin Mercedes’e şığışıyoruz.

Arkadan gelen Veysel ve Ömer ile haberleşip onları da yol kenarında bizim arabaya aktarıyoruz. 250 km’lik yolculuk bitiyor. Sınıra 80 km gibi bir mesafede Masallı’dayız. Yakup abi bizi güzel bir misafir ediyor. İşini halletmek için gideceğini gelince de bizi tırların park yerine götüreceğini söylüyor. Akşam geldiğinde bizi alıyor, 5 dakika mesafedeki tır parkına gittiğimizi sanıyoruz. Oldu bittiye getirip sınıra kadar bırakacağını söylüyor. İtiraz ediyoruz kabul etmiyor, mahçup oluyoruz, utanıyoruz, gözlerimiz yaşarıyor. Hatta aradan 3 ay geçmesine rağmen bu yazıyı yazarken de gözlerimiz yaşarıyor. Oğlu varmış Rusya’nın en kuzeyinde bir hapishanede yatıyormuş. Adresini alıyoruz, biz bir gün gidip ziyaret edeceğiz, selamını söyleyeceğiz diyoruz. Bizi sınıra bırakıyor, sarılıyoruz, orada birileriyle konuşup bunlar benim misafirimdir yardımcı olun diyor. Basıp gidiyor, yolu hep açık olası güzel insan Yakup abi.


Geceyi Azerbaycan tarafında geçiriyoruz, kapı yarın 8’de açılacakmış.









Kapıda sıra beklerken Belinda bizi çekmiş, tam bir kaos ortamı, sanki Nazi kampından çıkıyoruz.

“Ertesi sabah sanki Gazze’ye girilen kapılar gibi kapılardan geçerek Azerbaycan’dan çıkabildik. İnanılmaz bir kalabalık, sıraya sokmak için rüşvet isteyen polisler, düzensizlik ve kaos ortamı. Sınırda Hong Kong’dan gelen Belinda ile tanışıp onu da grubumuza kattık. Artık 5 kişi devam edeceğiz. Azerbaycan tarafından çıkıp İran tarafına geçtikten sonra bir binaya giriyoruz, pasaport işlemleri için. 4 tane filan gişe var fakat sıra filan yok. Karmakarışık bir ortam çılgın bir kalabalık var. Sigorta işlemi yaptırmamız gerekiyormuş. Gidip biz otostopçuyuz, sigortaya verecek paramız yok ancak yemek yiyoruz olanla diyoruz. Adam gidiyor, 5–10 dakika sonra gelip, tamam diyor siz 2 numaralı gişeye gidin Türk olduğunuzu söyleyin diyor. Kalabalığın arasından atlayıp (gerçekten) gişeye gidiyorum. Adam hakikatten bizi bekliyormuş bizimkilere sesleniyorum atlayın gelin diye. 5 pasaport veriyoruz, Belinda’nın pasaporta takılıyor, o da bizden sıkıntı yok diyor ve geçiyoruz. Çantalarımızın ağırlığı sıkıntı olduğu için yük bırakarak gitmeye karar veriyoruz. Hatta Veysel ayakkabılarını satmak için birkaç kişiyle pazarlık yapıyor o sabah. Iranda 125 dolar çevirdim ve 1 cm kalınlığında yüksek değerli banknot aldım bütün fakir kardeşlerimi kendilerini zengin hissetmeleri için İran’a davet ediyorum :P Bulunduğumuz yerin en güzel restoranında tıka basa yemek yiyoruz. Uzun bir aradan sonra buna gerçekten ihtiyacımız vardı. Azerbaycan’da yemek fiyatları dolayısıyla ciddi bir tasarrufa gitmiştik. Birazdan otostopa çıkıyoruz, gidilecek çok yolumuz var.”









Bir anda zengin olduk, Veysel yine fakir :P Eğer kendinizi zengin hissetmek istiyorsanız İran’a gidin!







Otostop yaparken yine keyfimiz yerinde, kaç gündür ilk defa sağlam bir yemek yedik olsun o kadar ☺ İran’da ilk otostopumuz!


Otostop nasıl yapılıyor?

Valla biz de bilmiyorduk başlarken. Aramızda kimse daha önce bunu denememişti. Birlikte öğrendik yani. Hikayenin içerisinde bahsettiğim yerler oluyor ama sistematiğini burada paylaşmış olayım. Gideceğimiz noktayı belirleyip bize en yakın yola - şehirlerarası olabilecek bir yola- kendimizi atıyoruz bir şekilde. Daha sonra elimizi kaldırarak arabaları durdurmaya çalışıyoruz. Çantaları görünce, insanoğlu meraklıdır, durup soruyorlar. Biz de atlayıp gidiyoruz. Hele gideceğiniz yeri kartona yazarsanız bu süreç çok daha hızlı işliyor. Bilinmezden korkmayın. Kim duracak ki ağğbi? diye sormaktansa çıkın yolda bekleyin.

“Birileri gelecek bunu bilin! Hep geliyor o birileri!”












İlk şehir olarak Masuleh’i seçtik, daha önce buraları gezmiş olan arkadaşlarımızın tavsiyelerine dayanarak. Otostop için iki takıma ayrılmıştık: Veysel&Ömer bizden(Biz : Ebu, Belinda ve ben) önce araç buldular, tek seferde hedefe vardılar. Adamlar normalde başka bir yere gidecekken bizim olayı çok beğenmiş, dükkana uğrayıp çadırı, malzemeleri filan alıp bizle kalmaya gelmişler. Tabiki bu sırada biz 10 km 50 km gibi rakamlarla hedefe yaklaşıyoruz. 3 kişi olduğumuz için bizi alacak bir araç bulmamız uzun sürüyor. En son Belinda ve ben elimizde farsça “Fuman” yazan kağıtlarla beklerken (Bu arada otostop için başparmağımızı okey şeklinde gösterirken küfür ediyormuşuz, İran’da öyle anlaşılıyormuş yani ) artık umudumuz tükenmeye başlamışken Bingoooo! Belinda bir araç durdurdu. 2 İranlı kız bizi aldı. İran gibi biryerde hiç beklemediğimiz birşeydi. Çok keyifli bir yolculuk geçirdik. Bu arada İran’da beklemediğimiz gibi olan çok şey var, bunların en önemlisi şehirlerin merkezlerindeki parklarda halkın çadır kurup kalması, yani Amerika’daki karavan kültürü gibi. Haftasonları ailecek parka gidip çadır kuruyorlar ve parkta kalıyorlar. Ne güzel şey! Neyse Veysellerle buluştuk, tabiki onları getiren Nadir abilerle de tanışmış olduk. Nadir abi bir sofra kurdu, arabanın motor kısmından bir şişe şarap çıkarıp, nargileyi hazırladı, lezzetli bir pilav yaptı sosuyla filan. O kadar iyi bir insan ki gece bizle muhabbet ederken “Ben yarın sabah 6 da gidip çalışacağım, para kazanıp o parayla sizi gezdircem araba da herşeyim de sizindir” tarzında son derece samimi ve konukseverliğin ne demek olduğunu bize gösteren cümleler kurdu. Bizse Yakup abi vakasındaki gibi şu hayatta azıcık şeye sahip olan insanların gönüllerinin bolluğu karşısında bir kez daha şok olduk. Ertesi gün gerçekten de Nadir abi erkenden gitmişti. Biz de gezmemiz gereken yerleri gezmeye başladık. Oturduğumuz kafede yan masada oturan kızlar gelip benle -sırayla- fotoğraf çekinmek istediklerinde anladım ki İran’dan Hindistan’a kadar ciddi ilgi görüyorum :P Tabiki çok iyi bir bölge olduğu söylenemez. Ama İranlılar güzeller (Y) Bu arada Belinda ile sohbetlerimizde kızı sürekli kafaya alıyorum, karşımıza birşey çıktığında başlıyorum sallamaya “İslamda böyle bir kural var” falan filan diye. Tabiki en sonunda şaka olduğunu söylüyorum ama ben baya eğleniyorum o merakla dinlerken :D Mesela yemek yerken bizimkilere “Perşembe otostopla çıksak, Pazar kahvaltıya yetişiriz İstanbul’a” diye gaz verirken Belinda’yı görünce “Çünkü İslam’da -Mekke ve Medine’yi biliyosun değil mi?- Medine’dekiler Mekke’ye pazar kahvaltısına gelirmiş, pazar kahvaltısı bizde çok önemlidir diye sallıyorum. Allah’tan Veysel ben yokken kıza gerçekleri anlatıyor :D Şimdi İslam dersi alıyormuş kız üniversitede :D Neyse işte sırada Kazvin vardı, eski başkentlerdenmiş, mavi bir kamyonete atladık ve filmlerdeki otostop sahnesini yaşadık.









Bir evin çatısı diğer evin bahçesi olan Masuleh! İran’ın sıcağından kaçmak için mükemmel bir tercih. Rakımı oldukça yüksek, kendine has tarzıyla çok özel bir yer!







Yaklaşık 20 gündür yolda olunca, böyle bir manzara, güzel bir nargile ve dostlarla dönen bir muhabbet adeta cennetten bir parçaydı bizim için.


Yeşilin, mavinin, insanın en güzel tonu burada olabilir.








Dedik ya çatılar bahçe, bahçeler çatı diye işte burada net gözüküyor.







Selfie’den tasarruf olmaz! Masuleh’i keşfe çıkmışız, merdiven tırmanıyoruz… Heryer merdiven, herkes merdiven! Yorulduk yeteeeer :P







Gece öyle bir kamp yeri bulduk ki inanamazsınız, manzara süperdi. Burayı nasıl bulamamış kimse diye şaşırarak çadırları attık. Masuleh gece ayrı güzel ağğbi :P







Klasik gece muhabbetleri, hele bir de çadırları erken atmışsak var yaaa…







Bunlar da ayrı bir ekip işte, ben yorgundum geçtim yattım abi. İran’da tok gezmeye alışmışken keyfin dibine vuruyorum, sabah konuşuruz hadi sizde yatın :P

Kazvin’de ikinci günün sabahında güzel bir hamama gidecektik kiiiii duşa gitmişiz. Yani yanımızda Belinda da olunca hamama gidemiyorduk galiba ondan duş alınabilen bir yere gittik şimdi tam hatırlamıyorum. Güzel bir temizlendik, şehri gezdik filan. Artık gezi benim için sonlara yaklaşıyordu, yetiştirmem gereken bir staj defteri teslimi vardı. Yoksa günlük ortalama 15 TL para harcadığımız bir geziden geri dönmemin sebebi ne olabilir :D














15 lirayı açmak gerekirse günde 2 öğün kebap yiyorduk, bir öğünü 7 lira civarına denk geliyor. Ambargodan önce fiyatlar daha da uygunmuş. Yok artık! 7 liraya yediğimiz menüde 2 şiş kebap, kızarmış domates, lavaş ekmek/ pilav ve kola oluyordu. Azerbaycan’da 1 şişten daha az sayılacak bir kebap ve yanında temsili ufak şeyler için 10 lira civarında para ödüyorduk. Menü olarak İran’dakinin üçte biri sayılabilir. Size tek bir mesajım varsa o da:



İran’a aç gidin!








Ömer’in keyfi yerinde, dev gibi çantaların en büyük faydası kamyonette zemine koyunca yatak görevi görmesi!







Ömer yukarıdaki fotoğrafta çok rahattı gördüğünüz gibi fakat Ömer’e bir soru sormamla iş değişti.

-Ömer iyi bulduk olum bu kamyoneti tek seferde dördümüz de gidiyoruz.


+Evet ya iyi oldu.


-Eee ne konuştunuz adamla? (Ben konuşmamıştım, direk atladım kasaya)


+Valla Kazvin’e gidiyoruz dedik, tamam atlayın dedi.


-Para yok dediniz tabii…


+Biz onu söylemeyi unuttuk galiba yaaa :D














Neyse inince abiyle konuştuk işte, o da anlayışlı birisiymiş tamam dedi. Otostop yaparken “Pul Naderi” demeyi sakın unutmayın ☺ Hayır yoksa otostop olmuyor o :D









Kamp attığımız şehir merkezindeki parktayız, bi tartışma var galiba :P











Şehri gezerken ikisi kız, biri erkek üç Alman gençle karşılaştık. Bisikletle 4 ayda geze geze taaa Almanya’dan buraya kadar gelmişler. Helal olsun çocuklara!



















Hazır yıkanıp temiz temiz giyinmişiz bir Kazvin’in caddelerinde boy gösterelim diyoruz. Ebu apaçiliği temsil ediyor. Ömeeer, Belindaa geride kalıyosunuz arkadaşlar yürüyün hadiii!







Müzenin bahçesine girdik baktık müze pahalı, geçtik çimlere yattık. Aney aney diğer ağıt yaparken ben… Şaka şaka yapmadım valla :P







Bu çocukta iş var, hakim savcı olmazsa dansçı olur. Biri de çıkıp abi bisikletçi eldivenleri ne alaka diye sormuyor. Herif gezi boyunca çıkarmadı ya la:D







Belinda ile birlikte geçen 6–7 günden sonra evimizin hanımı gibi oluyor, alışveriş listeleri ondan sorulur. Bir kadın eli değmesi gerekiyordu :P







Sizi çirkinler sizi, raks mı ediyosunuz siz yoksa :P

Kazvinde biz Ömerle birlikte İsfahan’ı görmek için ayrıldık, diğerleri de Alamut kalesine çıkıp kamp atmaya gittiler. Veysel gece askerlerin arkasından geçerek kalenin içine (kale yok şuan ama kalıntıları var) çadır atmış. Adam Hasan Sabbah’ın en sadık adamı çıktı, Haşhaşi diye ihbar edicem bir gün :P














Veysel bunlara bir güzel menemen yapmış orada, Belinda zaten bize anlatmıştı Konya’da mı ne yemiş bayılmış kız. Diyeceğim odur ki yabancı arkadaşların geneli menemeni çok seviyor, yurtdışından arkadaşınız gelirse menemeni dayayın! Kamplarda en sevdiğim yemek olur kendileri ☺



















Tehran’da 5 metro hattı var. Tek biletle ücretsiz aktarma yapabiliyorsunuz dışarı çıkmadığınız müddetçe. Bilet fiyatı 0,35 TL bizim para ile. Ne güzel değil mi!






Tehran tren istasyonu. Van’a trenler var bir tek Çarşamba günleri. Bilet kişibaşı 140 TL’ydi. Ama yer tabiki yoktu ☹

Biz de Tahran’da dönüş için otobüs ve trenlere baktık. Trenler full dolu, otobüsler ise çok yorucu olacağından otostopla dönme kararı aldık. 2800 kilometre tek seferde çekilmez harbiden. Neyse Ebu’ya mesaj attık atladı bizim yemek yediğimiz restorana kadar geldi. Artık nokta atışı buluşmalarda çok iyiyiz :D Neyse Veysel de gitmeden önce son bir kez oturalım, vedalaşalım diyince metroda tanıştığımız Hamid abinin bizi götürdüğü olağanüstü otantik kafede nargilemizi çayımızı içtik.










Karaj’daki Hamid abinin götürdüğü kafede misafirperverliğin alasını gördük, şarkılar söyleyerek, danslar ederek, kahkahalarla gülerek veda ettik güzel insanlara!


Son kampımızı da Karaj’da atmış olduk. Hikayeleri özetle anlatıyorum ama inanın her gün bizi evine davet edenler, yemek ısmarlamak isteyenler, aralarında para toplamaya kalkanlar, binbir türlü ikramda bulunan güzel insanlar var bütün hikayelerde. Hamid abi hala mesaj atar halimizi hatrımızı sorar.



Perşembe sabahı Veysel yolun Tehran tarafında biz ise Tabriz tarafındaydık.








Ayrılmadan önceki son fotoğrafımız, gidiyoruz Veysel başkan yolun açık olsun!


Veda sahnemiz çok duygusaldı gerçekten. Film çeksek sonuna onu koymak gerek. Sahneyi anlatmadan önce şundan bahsedeyim, Land Rover gezisinde Murat abi sinirlenince telsizden “Dönüyoruz abi, dön dön dön” diye anons etti birkaç kere, İstanbul’a dönüyoruz manasında. Biz de esprisine canımız sıkıldığında “Dönüyoruz abi, dön dön dön” diyerek kollarımızı açıp kendi çevremizde dönüyorduk çok eğlenceli geliyordu işte. En son veda sahnesinde biz üstgeçitten otoyolun karşı tarafına geçerken Veysel aşağıda Tehran yönüne bir araba bekliyordu. Göz göze gelince “Dönüyoruz abi, dön dön dön” moduna geçtik bu sefer gerçekten dönüyorduk. Veysel ile aramızda 50–60 metre vardı ama o da görünce dönmeye başladı. Kimse birşey anlamadı bizim dışımızda ama ruha dokunan bir andı yaşanan.














Bizim için yolculuk bitmişti dönüş yolundaydık artık. Sırasıyla 10–2–600–300 kilometrelik otostoplarla sınıra 20 km kalaya kadar geldik ilk günümüzde. 600 kilometrelik olanın hikayesi şöyle:


“İran’dan dönüş yoluna çıkmışız. Geçen 3–5–15–75 arabadan sonra mavi bir kamyonet duruyor. En sevdiğimiz renk, daha önce aynı tip kamyonete binmiştik. Kapıyı açıp konuşmaya başlıyoruz.


-Hare gidiysen abi?


Gerçi hiçbirşey demesek de görünüşümüz herşeyi anlatıyor. Türk olduğumuzu söylüyoruz. İnanmıyor, ya İranlı sanıyor yada Afgan. Pasaport gösteriyorum sonunda. Şimdi oldu. Şimdi konu pazarlığa geldi, haritadan seçtiğimiz 100 km ötedeki şehrin ismini söylüyorum. Bagajı gösteriyor, gözlerimizde müthiş bir gülümseme. Bize bir kasa üzüm de veriyor sağolsun.


İsmi Muzaffer’miş abimizin. Aradan 2 saat geçince benzin alırken bagaja yani bize sesleniyor.


-(Geldik sayılır manasında bir cümle)


Bilmez olurmuyuz geldiğimizi haritadan takipteyiz zaten.


+Eee abi sen hare gidiysen?


-Biryer söylüyor, bilmiyoruz.


Tabriz’e gitmek için otostop yapacak uygun biryer istiyoruz.


Ee oturun o zaman diye işaret ediyor. Gideceği yer Tabriz’den 30 km daha ilerideymiş. Yani bulunduğumuz noktadan 500 km civarı daha yolu var abimizin. İşte bunu anladığımız zaman deli gibi seviniyoruz. Tek seferde 600 km ilerleyecektik. Abiye sevinç gösterileri sunuyoruz.


Yolculuğa devam!”









Artık 3 kişiyiz, iyi oldu Veysel’i sattığımız anca sığıyoruz kamyonet kasasına :P







Muzaffer abicim bi hatıra fotoğrafı alabilirsek şöyle, heh güzel oldu bak. Akşama kadar güneşin altında kalınca kasada nasıl da yanmışız!


Sınıra gelmeden önceki 300 kilometre için polise tırları soruyoruz. Ters yönde gelen onlarca tır var ama bizim istediğimiz yönde yok. Meğer sabahları akış bizim istediğimiz yönde akşamları tersi yöndeymiş. Polis bizim yanımıza geliyor, yoldaki araçları durduruyor bizim için. Gittikleri yerleri sorup uygun olanlara bizi almalarını rica ediyor. 15 dakika içinde bir abimiz kabul ediyor ve sonunda 20 kilometre kaldı sınıra.










Gürbulak sınır kapısını çok iyi geçeriz ayıptır söylemesi!


Gürbulak sınır kapısını geçtikten sonra bir Japonla karşılaşıyoruz. O da otostopla İran’dan gelmiş. Tek başına geziyor, sırada Türkiye var. Konuşmaya başlıyor, bir konsolosluğa gittiğinden filan bahsediyor. Bir kızla tanışmış, o da otostopla İran’ı geziyormuş bir grup arkadaşıyla birlikte. Hadi ya hangi konsolosluk demiştin sayın Japon? Türkmenistan mı? Aaa bizim Belinda da oraya gidecekti bizden ayrıldıktan sonra. Senin tanıştığın kızın adı neydi?



“Belinda”

Bak şu tesadüfe dünya küçük. Japon dostum o grup biziz işte, artık dönüş yolundayız.


Dur bak tır geliyor ben bir gidip pazarlık yapayım.


Uzun zaman aradan sonra bir tır duruyor. Bizim Ebu ile Ömer önce Japonu gönderelim diyorlar. Olmaz diyorum hazır 3 kişi alabilecek bir araç bulmuşken binmemiz lazım, o tek kişi halleder bir şekilde.



“Bye bye Japon biz gidiyoruz.”







Bu abimizin bizle yaşıt oğlu varmış, bize para vermeye kalktı defalarca…Yok be abi bizim olayımız o değil, yoluna yoldaş olsak iki üç kelam muhabbet etsek, sonra inip bilmediğimiz bir yerde çadır kursak. Biz bu hazzın peşindeyiz. Cebimiz değil kalbimiz ve ruhumuz doysun diye yoldayız. Bilinmezi seviyoruz, gelecek olan o tanımadığımız kişiyi seviyoruz.

Doğubeyazıt merkezde abimiz bizi bırakıyor, yolu açık olsun. Uzun bir süre bekledikten sonra bir araçla Ağrı merkeze kadar gidiyoruz. Otobüs terminalinin oradayız. Kafamızı bir çeviriyoruz:



“Sayın Japon sende mi buradasın, iyi gelmişsin valla, helal”

Japon bizim memlekette bizden iyi otostop yapıyor. Adamın kartonu var bikere. Trafik ışıklarında türlü sempatiklikler yapıyor, parmağıyla geliym mi der gibisinden. Anaaaa harbi birisi aldı adamı. Bye bye yapıyor bir de artist, biz onu koydum mu olarak alıyoruz :P Karton çok önemliymiş gerçekten, Almanya ve Fransa’da da test ediyor ve bu sonuca varıyorum.



“Neyse gelir birazdan bizimkisi de, kesin bir işi vardır ondan geç kalmıştır.”

“Bugün sabah sınırı geçtik ama hertürlü kaçakçılık olduğu için bu bölgede otostop gerçekten zor, insanlar kolay kolay güvenmiyorlar. 7 saatte sadece 150 kilometre gidebilmiştik. Ağrı Eleşkirt’te umudumuz gittikçe azalırken tırıyla Mustafa abi durdu. Sadece Erzurum’a gitmeyi hayal ederken, Bursa’ya gittiğini öğrendik. Macera sona yaklaşıyor! Sağlıcakla kalınız!” şeklinde bir yazı paylaşıyorum.










Gözlerde gülümseme, kralsın Mustafa ağabey!


Mustafa abi ile yaklaşık 1,5 gün geçiyoruz, yolda şöför koltuğuna geçip tır kullanma şansı buluyoruz. Muhabbetin tadı, arkada çalan şarkılar, yapılan lezzetli yemekler mükemmel bir yolculuk oluyor. En son Ankara’da Ebu ve Ömer’i bırakıyoruz. Hızlı trenle İstanbul’a geçecekler.










Ekip olarak son fotoğrafımızı çekiniyoruz, yolculuk bitti sayılır beyler! Haberiniz yok ama söyleyim birazdan sizi köpekler kovalayacak, kaçarken çamura gireceksiniz kolay gelsin!


Eskişehir’e yaklaşınca Mustafa abi soruyor “Dedenlerin evin oraya tır giriyorsa bırakırım ya” Girer abi ama zahmet olmasın ya ben giderim diye cevap veriyorum. Ne demek Ali’cim diye cevap vermiştir herhalde hatırlamıyorum valla :D Bakü’den dedemlerin sokağa kadar otostopla geliyorum veee



Macera bitiyor!


Şimdi gezi sırasında bizi araçlarına alan kilometre şampiyonlarını açıklamak istiyorum :


1-Mustafa abi :1340 KM


2-Muzaffer abi -mavi kamyonetli- : 600 KM


3-Yakup abi: 350 KM


Toplam 3500 km otostop Bakü-Masallı-Astara-Masouleh-Qazvin-Tahran-Tabriz-Doğubeyazıt-Eskişehir


2500 km Land Rover grubumuzla İstanbul-Ankara-Posof-Tiflis-Bakü


Toplamda 22 gün yolculuk, 21 gün çadır-1 gün birine misafir olma


Toplam 950 TL harcama : 800 TL Bakü’ye kadar, 150 TL Bakü’den sonra


Gezmek çok pahalı :P


Yazı: https://medium.com/turkish/param-z-yoktu-biz-de-tatile-gittik-fdcc64779e38






Öğrenci Kariyeri

Öğrenci Kariyeri yazarlarından Öğrenci Kariyeri..

0 Yorum

Yorum Yap

😄

Bültenimize kayıt olun!

Güncel haberleri takip etmek için bültenimize kayıt olun, böylece daima güncel bilgilerle donanmanıza yardımcı olabilelim.